MÜTA NİKÂHI |
|
III.BÖLÜMMÜTA NİKÂHI
A. HARAMDIR" DİYENLERMüta nikâhına haram diyenlerin başında, hiç kuşkusuz Ehl-i Sünnet mektebi var. Mektebin tamamı bu görüşte.*Bunun yanısıra Mutezile ile Ehl-i Sünnete yakınlığıyla bilinen Zeydiyye mektepleri de aynı görüşü paylaşıyor.
B. DELİLLERİ
Ehl-i Sünnet başta olmak üzere Müta nikâhına cevaz vermeyen tüm mekteplerin, elbette bu iddialarını dayandırdıkları bir takım delilleri var. İşte onların delilleri:
DELİL :Onlar bu konuda sadece Müminûn sûresindeki peş peşe gelen birkaç ayete dayanıyorlar. Allah Teâlâ o ayetlerde şöyle buyuruyor:
{O müminler ırz ve namuslarını korurlar. Sadece zevceleri ve sahip oldukları cariyeler müstesnâ. Onlar bundan (ırz ve namuslarını eşlerine ve cariyelerine açmakla) kınanmış da olmazlar. Kim bunun dışında başka arayışlara girerse, işte böyleleri âdî / haddi aşmış kimselerdir. (Müminûn Sûresi: ayetler,5~7)
Ayetlerde (yukarısıyla birlikte düşünülürse) felâha erecek gerçek müminler için, ırz ve namuslarını, cinsel arzu ve isteklerini sadece iki sınıfa açabileceği, yalnız onlarla cinsel ilişkiye girebileceği belirtiliyor: a. Zevceleri b. Câriyeleri. Bu iki yolun dışında kalan cinsel ilişkiler haram kılınıyor; yapanlar kınanıyor ve âdî oldukları söyleniyor. Ayetler bu konuda yeterince açık.
Müta nikâhıyla evlilik ve cinsel ilişki bu iki yolun dışında kalıyor. Çünkü müta nikâhıyla evlenen bir kadın, kocasına câriye olmadığı gibi, bu nikâhta miras, talâk (boşama), nesep ve iddet hükümleri bulunmadığı için, onun zevcesi de sayılmaz! Dolayısıyla müta nikâhı bu ayetlerle haram kılınmış demektir.(1)
Cevap : Ayetlerin cinsel ilişki için iki yoldan başkasını yasakladığı; bu iki yoldan birisinin de zevce = eş olduğu zaten açık. Buna diyecek yok! Ancak müta nikâhıyla evlenen bir kadının kocasına zevce olmadığı ise kup kuru bir iddiadır; bu iddianın kayda değer hiçbir delili yoktur. Bunun temeli önyargıya dayanıyor. Biz müta nikâhıyla evlenen bir kadının da kocasına zevce olduğunu söylüyoruz. Dolayısıyla ayetlerin konumuzla hiçbir ilgi ve alâkası yok. Bu bir.
Müta nikâhında normal nikâhın miras, talâq vb. hükümlerinin bulunmadığı iddiası ise kısmen demagoji, kısmen de yalan! Demagojidir; çünkü bu mantığa göre, müslüman bir erkek Ehl-i Kitâptan bir kadınla evlense, miras hukukunun karşılıklı işlemesi lâzım! Oysa Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz de kitâbî olan bir kadınla evliliği onaylıyor ve o kadının zevce olacağını kabul ediyor; ama karşılıklı miras alış verişini kabul etmiyor!!! (Müslüman kâfire, kafir de müslümana mirasçı olamaz. kuralı gereğince)
Talâk (boşama) ise dâimî nikâhın hükümlerindendir, sırf nikâhın değil! Kaldı ki müta nikâhında buna zaten gerek yok!
İddet ve çocuğun nesebi konusundaki iddialar ise tek kelimeyle yalan! Bu tür iddiaların gerçekle ilgisi yoktur. (I. Bölüme bakın)
İkincisi, mütanın Medîne döneminde uygulandığı konusunda kesinlik var. Söz konusu ayetler ise Mekkî bir sûreye aittir. Yani ayetler, Müminûn sûresinin ayetleridir ve bu sûre Mekke döneminde nâzil olmuştur. Bana söyler misiniz; Mekkede inen bir ayet, daha sonra Medînede uygulanan bir nikâhı nasıl yasaklıyor, yada Mekkede bu ayetlerle haram kılınmış bir yolu, Allah'ın Rasûlü (s) nasıl açabiliyor!? Bir peygamber bu duruma nasıl düşebiliyor!? Mezhebi kurtarmak uğruna Allah ve Rasûlüne iftiranın böylesi görülmüş mü!?
Üçüncüsü, yukardaki iki açıdan, Hz. Âişenin müta nikâhının câiz olmadığını söyleyip ardından bu ayetleri okuduğuna dair rivâyet* de suludur! Ya Hz. Âişeyi Allah ve Rasûlüne iftiracı yada ne dediğini bilmez konumuna iteceksiniz, yahut ta bu rivâyetin uydurma olduğunu söyleyip duvara çarpacaksınız! Tercih sizin...
Bütün bu sebeplerden dolayı, bu ayetlerle müta nikâhının haramlığına delil getirmek mümkün değil. Mâlikîlerden Qâdî Ebûbekr b. el-Arabî, bu ayetlerle söz konusu nikâhın haramlığına delil getirmeyi reddetmiştir.(2)
II. SÜNNETTEN DELİLLER :
Müta nikâhı için haram diyenlerin sünnetten delilleri şunlar:
1. İmam Ali @ : {Allah'ın Rasûlü (s) Hayber günü müta nikâhını ve evcil eşeklerin etini yemeyi yasakladı.}(3)
2. Seleme b. Ekva : Allah'ın Rasûlü (s) Evtâs günü üç günlüğüne mütaya izin verdi; sonra yasakladı.}(4)
3. Abdullâh b. Ömer : Allah'ın Rasûlü (s) Hayber günü müta nikâhını (bazı rivâyetlerde : ve evcil eşeklerin etini yemeyi) yasakladı. (5)
4. Enes b. Mâlik : Allah'ın Peygamberi (s) mütayı yasakladı.} (6)
5. Câbir b. Abdillâh : Allah'ın Rasûlü (s) ile Tâif gazasına çıkmıştık. Orada bir takım kadınlarla müta yaptık. Peygamber (s) bir ara kadınları yanımızda görünce, sordu; biz de müta yaptığımız kadınlar cevabını verdik. Bunun üzerine gazaba geldi; yüzü kızardı ve ardından mütayı yasakladı. Biz de buna bir daha dönmedik.} (7)
{Allah'ın Rasûlü (s) kendileriyle müta yaptığım kadınları görünce Bunlar kıyâmete kadar haramdır! buyurdu.} (8)
6. Ebû Zerr el-Ğıfârî : Her iki müta da; yani kadın mütasıyla hac mütasının her ikisi de yalnız bize mahsus idi.} (9)
{Kadınlarla müta yapmak, Rasûlullâhın ashâbı için sadece üç günlüğüne helal kılındı. Daha sonra Allah'ın Rasûlü (s) onu yasakladı.} (10)
7. Ömer b. Hattâb : Allah'ın Rasûlü (s) bize müta için üç günlüğüne izin verdi; ama ardından yasakladı. Allaha yemin olsun ki; muhsan (evli) olup ta müta yapan birisini duyarsam, onu taşlarla recmederim!} (11)
8. Hâris b. Ğaziyye el-Ensârî : Allah'ın Rasûlü (s) Mekke fethinde üç defa Kadınlarla müta yapmak haramdır! buyurdu.} (12)
9. Ebû Hürayra : Allah'ın Rasûlü (s) Tebuk gazası esnasında müta nikâhını yasakladı.} (13) (meâlen)
10. Zeyd b. Hâlid el-Cühenî : Ben ve arkadaşım, bir kadınla kısa bir süre için müta yapma konusunda tartışıyorduk; sonunda anlaştık. Derken birisi gelerek, bize Allahın Rasûlünün (s) müta nikâhını ... haram kıldığını haber verdi.} (14)
11. Sehl b. Sad es-Sêıdi : Allahın Rasûlü (s) mütaya, insanların ona çok ihtiyacı olduğundan izin vermişti. Daha sonra yasakladı.} (15)
12. Kab b. Mâlik el-Ensârî : Allahın Rasûlü (s) kadınlarla müta yapmayı yasakladı.} (16)
13. Salebe b. Hakem el-Leysî : Peygamber (s) Hayberin fethinde mütayı yasakladı.} (17)
14. Sebra b. Mabed el-Cühenî : Allah'ın Rasûlü (s) Mekkenin fethinde, müta yapmaya bir süre için izin verdi. Sonra da:
Ey insanlar! Ben size müta yapmanız için izin vermiştim; artık Allah bunu kıyâmet gününe kadar haram kıldı... buyurdu.} (18)
Cevap : 1. Defalarca ifade ettik ki; müta nikâhının Medîne döneminde uygulandığında hiç kimsenin en ufak kuşkusu yok! Üstelik Ehl-i Sünnet kardeşlerimize göre; bu uygulama birkaç kez olmuş: İzin verilmiş, yasaklanmış; ardından tekrar izin verilmiş, yine yasaklanmış!!! Şu halde sırf yasaklama ifade eden hadislerle delil getirmek ve bunlara dayanarak müta nikâhı haramdır. demek onlar için de mümkün değil. Zaten konuya birazcık hâkim olanlar, müta nikâhının şu an haram olduğu konusunda, gelmiş geçmiş ulemanın sünnetten yegâne dayanağının Sebra hadisi olduğunu bilirler.
2. Bu rivâyetlerin tamamı, hem müta nikâhıyla ilgili olduğunu ispat ettiğimiz Nisâ sûresinin 24. ayetine, hem de müta nikâhının Allah'ın Rasûlü (s) zamanında uygulandığını; yasaklayanın ise II. Halîfe Ömer olduğunu ifade eden en sahih hadislere aykırı.
3. İmam Aliye (as) izâfe edilen bu rivâyetin asılsız ve bunun sorumlusunun da İbn Şihâb ez-Zührî olduğunu daha önce ispat ettik.*
4. Seleme hadisi de daha önce geçen** ve Buhârî ile Müslimin Hz. Câbir ile Selemeden ortaklaşa rivâyet ettikleri, bundan daha sahih hadise aykırı. Bu bir. İkincisi, bu rivâyetin râvîleri siqa sayılıyor. Ancak içlerinde bu tersliğin kaynaklandığı bir râvî var: O da Abdülvâhid b. Ziyâd el-Basrî. Abdülvâhid de siqa ve Buhârî ile Müslimin ortak râvîlerinden birisi; ama buna rağmen pek çok münker (gerçek dışı) hadislerinin olduğu, Buhârî ile Müslimin bu münker hadislerini rivâyet etmekten çekindikleri ve hatta rivâyet ettiği hadislerin isnadlarında tedlîs* yaptığı ... Ehl-i Sünnet alimlerinin itirafıyla sabit.(19) Sözün kısası, bu rivâyet de Abdülvâhidin münker ve şâzz** rivâyetlerinden birisi. Münker ve şâzz rivâyetlerle amel edilemeyeceğini ise bilmeyen yok!
Üçüncüsü, Evtâs muharabesi Mekkenin fethinden iki ay kadar sonra olmuştur. İlerde, Sebra hadisinin tahlilini yaparken de göreceğimiz gibi; Ehl-i Sünnet hadis alimleri, müta nikâhının ebediyyen haram kılınışının Mekkenin fethinde vukû bulduğunu söylüyorlar. Şu halde Selemeye izâfe edilen bu rivâyet, Ehl-i Sünnet alimlerinin kabullerine de aykırı. Çünkü, Mekkenin fethinde mütayı ebedî olarak haram kılan bir peygamber, iki ay gibi kısa bir süre sonra buna izin verebilir mi!? Bu densizlik bir peygambere nasıl reva görülür!?
Kısacası Selemeye izâfe edilen bu rivâyet asılsız. 5. Abdullâh b. Ömere izafe edilen rivâyette, müta nikâhının Hayber fethinde yasaklandığı ifade ediliyor. Oysa o gün böyle bir konunun hiçbir şekilde gündeme gelmediğini daha önce (İmam Aliye izâfe edilen Hayber hadisinin tahlili sırasında)*ispat etmiş; bu iddiaların tamamen yanlış olduğunu, bunun ise İbn Şihâb ez-Zührîden kaynaklandığını söylemiştik. Çok ilginçtir; bu rivâyetin senedinde de İbn Şihâb ez-Zührînin adı geçiyor! Onun bulunmadığı senedlerle gelen en sahih rivâyetlerde; Abdullâh o gün sadece evcil eşeklerin yasaklandığını söylüyor!(20) Abdullâh b. Ömerden gelen meşhur rivâyet bu.
Bu meşhur rivâyet, Abdullâhdan azadlısı Nâfi ile oğlu Sâlim; Nâfi ile Sâlimin her ikisinden Ubeydullah b. Ömer, sadece Nâfiden ise Mâlikî mezhebinin imamı Mâlik b. Enes ile İbn Cüreyc kanallarıyla geliyor. Dikkat edilirse; Nâfiden üç kişi rivâyet ediyor bu meşhur hadisi. Bu üç kişinin rivâyetinde sadece evcil eşeklerin etinin yasaklandığı ifade ediliyor.
ez-Zührî, mütayı da kattığı bu rivâyeti Sâlimden aldığını söylüyor ve diğer hadis hafızlarına bilinçlice ters düşüyor. Bu bakımdan rivâyet asılsız ve gerçek dışıdır. Dolayısıyla huccet olamaz!
Söz konusu rivâyetin bir başka isnadında da Ebû Hanîfe bulunuyor ve o da bu rivâyeti Nâfiden naklediyor. Ebû Hanîfenin hadis alanında zabt ve hâfıza bakımından zayıf olduğu ise malum.(21)Zaten o yüzden burada hata yapmış; Ubeydullah, Mâlik ve İbn Cüreycin Nâfiden yaptığı yukarıdaki meşhur rivâyete ters düşmüş!!
Böylece İbn Ömere izafe edilen bu rivâyetin de münker ve şâzz olduğu anlaşılıyor.
Abdullah b. Ömerden rivayet edilen bu hadisi benzer lafızlarla Taberânî de rivayet ediyor. Ancak onun da senedinde Mansûr b. Dînâr et-Temîmî adlı çok zayıf bir râvî var.(22)
6. Enes hadisini de Ebû Hanîfe İbn Şihâb ez-Zührî kanalıyla rivâyet ediyor! Ne ilginç değil mi? ez-Zührî bu konuda hangi rivâyetin senedine takılsa, yapacağını yapıyor! Ebû Hanîfenin hadisteki durumunu ise az önce gördünüz.
Kaldı ki bu rivâyet sadece yasaklama belirtiyor ve bunun Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz için de bir değerinin olmadığını daha önce ifade ettik.
7. Câbir el-Ensârîden gelen bu iki rivâyetin, yine kendisinden gelen; daha önce, II. Bölümde naklettiğimiz en güçlü ve en sahih hadislere ters düştüğü meydanda. Bu bakımdan kabulü imkânsız!
a. Tâif hadisinin özellikle son kısımlarına dikkatlice bakın. Bakınca; bunun daha önceki Câbir hadislerinin üçüncüsünden (c) uyarlama olduğunu göreceksiniz. Bu rivâyette yasaklayanın Allah'ın Rasûlü (s), orada geçen en sahih rivâyetlerde ise Ömer olduğunu söylüyor; tersliğin farkında mısınız!? Bu bir.
İkinci husus, Tâif muhasarası Mekkenin fethinden epeyce sonra vuku bulmuştur. Bu haliyle rivâyeti, Ebedî haramlık Mekkenin fethinde vuku bulmuştur diyen Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin kabulü de imkânsız görünüyor.
Üçüncüsü, rivâyet (Câbir Abdullâh b. Muhammed b. Aqîl Abbâd b. Kesîr el-Basrî ...) kanalıyla geliyor. Abdullâh doğru sözlü, siqa bir râvî; ancak hâfızası zayıf.(23) Abbâd ise Ehl-i Sünnet mektebinin önde gelen hadis hâfızlarının ittifakıyla zayıf, metrûk = hadislerine rağbet edilmemiş, rivâyetlerine güvenilmez bir râvî. Ahmed b. Hanbel onun için uydurma hadisler rivâyet eder! diyor.(24) Yani rivâyetin senedi tek kelimeyle sakat!
Şu halde bu rivâyet de asılsız ve uydurma! Uydurup ortaya koyan da Abbâddan başkası değil! Zaten İbn Hacer el-Asqalânî de bu rivâyetin zayıf olduğunu söylüyor.(25)
b. İkinci rivâyet de Hz. Câbirden gelen en güçlü ve en sahih hadislere ters düştüğü için münker ve şâzz! Hem müta madem ki kıyâmete kadar haram kılınmış ve bunu da Hz. Câbir duymuş; o halde II. Halîfe zamanına kadar müta yaptıklarını neden söylüyor? Bu bir küstahlık değil mi? Eğer Hz. Câbiri iyi tanıyorsanız; bu küstahlığı ona yakıştırabiliyor musunuz!? Bu bir.
İkincisi, rivâyet (Câbir Muhammed b. Münkedir İsmâîl b. Ümeyye Ubeydullâh b. Ali Sadaqa Amr b. Ebî Seleme ...) kanalıyla geliyor. Amr Şamlı ve İbn Maîn başta olmak üzere hemen herkesin hâfıza bakımından zayıf saydığı bir râvî.(26) Sadaqa, Abdullâh es-Semînin oğlu ve o da Şamlı! Bu adamın da zayıf ve rivâyetlerinin güvenilmez olduğu, en önde gelen hadis hafızlarının itirafıyla sabit.(27) Ubeydullâhın kimliğini tespit edemedim. Muhtemelen o da Şamlı!
Görüldüğü gibi rivâyet, bu haliyle sened bakımından perişan ve asılsız! Ancak bize göre bunun sorumluları yukardaki râvîler değil, İsmâîl b. Ümeyyedir. İsmâîl, her ne kadar Ehl-i Sünnet hadisçilerinin güvenini kazanmış siqa! bir râvî ise de; bizce onun Emevî devlet erkanına aşırı yakınlığıyla tanınması ona sâbıka olarak yeter de artar bile! Kendisi Emevîlerin çok zâlim bürokratlarından Amr el-Eşdaqın torunu! Emevîlere yakınlığı da buradan geliyor. Amr el-Eşdaq, İmam Aliye ve Ehl-i Beyte alenen hakaret eden; bu yüzden de lânetlik Yezîd tarafından Medîne valiliğine getirilen, Emevîlerin çok sevip saydığı, hürmette kusur etmediği bir zâlim.(28)
Kısacası bu uydurma rivâyetin vebali, böyle bir aileye mensup olan İsmâîle aittir. İsmâîl kafasındaki düşünceyi doğrulatmak için böyle bir rivâyeti icat etmiş olabilir.*
8. Ebû Zerr hadisi (Ebû Zerr Zeyd b. Şerîk et-Teymî oğlu İbrâhîm et-Teymî Zübeyd b. Hâris ...) kanalıyla geliyor. Oysa İbrâhîm et-Teymîden aynı hadisi; a. Süleyman b. Mihrân el-Ameş(29) b. Ayyâş b. Amr el-Âmirî(30) c. Beyân b. Bişr(31) d. Abdülvâris b. Ebî Hanîfe(32) ile e. Süleymân b. Tarhân et-Teymî(33)de rivâyet ediyor. Ama bu beş râvînin beşi de söz konusu hadisi {Hac mütasının sadece ashâba ait olduğu şekliyle rivâyet ediyor. Zübeydin rivâyeti bu beş siqa râvînin rivâyetine aykırı olduğu için şâzzdır ve kesinlikle huccet değildir.
Buradaki şâzz olma durumu ise Zübeydden değil, bu hadisi Zübeydden nakleden Fudayl b. Merzûqtan kaynaklanıyor. Zira Zübeyd diğerleri gibi gayet siqa bir râvî. Üstelik Buhârî ile Müslimin ortak râvîlerinden. Fudayl ise adâlet ve sadâkatine güvenilen; ancak hâfıza bakımından çok kusurlu olduğu söylenen bir râvî.(34)
Dolayısıyla Ebû Zerr el-Ğıfârî hadisinin doğru şekli şudur: {Hacda müta sadece biz sahabeye mahsustu.} Bundan da maksat hac aylarında umre yapmak anlamına gelen müta değil; başlanılmış bir haccı yarıda kesip / bozup umreye çevirmek anlamındaki mütadır. Aksi halde bu hadisi doğru şekliyle bile kabul etmek mümkün değildir.(35)
Ebû Zerre isnâd edilen ikinci rivâyet ise ( Ebû Zerr Abdurrahmân b. Esved en-Nehaî Mâlik b. Miğvel Huneys b. Bekr - ...) kanalıyla geliyor. Huneys zayıf bir râvî.(36) Mâlikin İmam Ali hakkında ileri geri konuştuğu; dolayısıyla Ehl-i Beyte @ olumsuz yaklaştığı rivâyet ediliyor.(37) Ayrıca senedde, Abdurrahmân ile Ebû Zerr el-Ğıfârî arasında isnâd kopukluğu var. Dolayısıyla bu rivâyetin kabûlü de mümkün değil!
9. Ömere izafe edilen bu rivâyet, müta nikâhını yasaklayanın Allah'ın Rasûlü (s) olduğunu ifade ediyor. Oysa bundan daha sahih ve daha sağlam olan şu hadisler yasaklayanın bizzat Ömerin kendisi olduğunu açıkça ortaya koyuyor:
a. Hz. Câbir hadisi (38) b. Hz. Câbir hadisi (39) c. Hz. Câbir hadisleri (40) d. Imrân b. Husayn hadisi (41) e. Saîd b. Müseyyeb hadisi(42) f. Ebû Qılâbe el-Cermî hadisi.(43)
g. Urve de İbn Abbâsa karşı müta nikâhının haram olduğunu savunurken, Allah'ın sevgili Rasûlüne (s) değil; Ebûbekr ile Ömerin icraatlarına dayanıyor!(44)
h. Aynı Urve diyor ki: Havle bt. Hakîm Ömerin yanına girerek Rabîa b. Ümeyye bir kadınla müta yapmış; kadın da bundan hâmile! dedi. Ömer hemen elbisesini sürüyerek dışarı çıktı ve şunları söyledi: {Şu müta yok mu; (yasaklamada) erken davranmış olsaydım, onları recmederdim!} (45)
Her biri seçme olan ve sıhhatli olduğunda kimsenin kuşku duymadığı bu hadisler, müta nikâhını Allah'ın Rasûlü (s) değil; bizzat Ömerin yasakladığını açıkça ifade ediyor. Bütün bunları görmezden gelerek Müta nikâhını Allah'ın Rasûlü (s) yasakladı demek apaçık bir inatçılık olmaz mı? Böyle bir tavır hangi insana yakışır!?
Burada Râğıb el-İsfahânînin el-Muhâdarât adlı eserinde geçen çok ilginç bir olayı aktarmadan geçemeyeceğim. Rivâyete göre Yahyâ b. Eksem, Basralı bir alime mütaya cevaz verirken kime tâbi olduğunu sormuş. O da Ömere demiş! Yahyâ Nasıl olur; Ömer bu konuda insanların en katısıdır! Halkın huzuruna çıkarak İki müta var ki; ... demiştir. deyince, Basralı alim cevabı yapıştırmış: {İyi ya! Onun şahitliğini kabul, haram kılışını ise reddettik!} (46)
Bütün bunlar İbn Mâce hadisinin kesinlikle hatalı olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca Ebân b. Ebî Hâzim (Abdillâh) var bu rivâyetin senedinde. Bu râvînin adâletine güveniliyor; ama hâfızasının zayıf olduğu, bu yüzden de münker pekçok hadisinin bulunduğu... Ehl-i Sünnet hadis alimlerinin itirafları arasında.(47) Demek ki, müta nikâhını yasaklamayı Ömere değil de Allah'ın Rasûlüne (s) izâfe etme hatası Ebânın zayıf hâfızasından kaynaklanıyor.
Şu halde İbn Mâce hadisi sanıldığı gibi isnadı sahih bir rivâyet değil; münker ve asılsız bir rivâyettir.
10. Hâris hadisi de meşhur hadis kaynaklarında yer almayan, müta ayetine ve müta nikâhına cevaz veren onlarca sahih ve meşhur hadislere aykırı bir rivâyet. O yüzden de kitaplarda bu rivâyetin üzerinde hiç durulmaz!
Kaldı ki senedinde İshâq b. Abdillâh b. Ebî Ferve var. Ehl-i Sünnet hadisçilerinin ittifakla zayıf ve metrûk saydıkları bir râvî.(48) Dolayısıyla Hâris adlı sahâbînin üzerinden bu rivâyeti becerleyenin kim olduğu daha bir anlaşılmış oluyor.
11. Ebû Hürayra rivâyeti de Allahın kitabına, Rasûlünün sünnetine ve sahabenin tatbikatına tamamen aykırı. Bir defa bu rivâyetin başında Ebû Hürayranın bulunması, onun reddedilmesi ve kaldırılıp atılması için fazlasıyla yeterli!* Ayrıca senedinde Müemmel b. İsmâîl ile Ikrime b. Ammâr adlı iki râvî var.
Müemmelin büyük bir hâfıza ve zabt sorununun bulunduğunu; dolayısıyla hadiste çok hatalar yaptığını hemen herkes kabul ediyor.(49) Ikrimenin de Müemmelden pek farkı yok.(50)Dolayısıyla bu rivâyet, Ebû Hürayraya dokunmasak bile isnad bakımından sakat.
Bu rivâyeti, hem Ikrimenin hem de Müemmelin durumundan söz ederken, ez-Zehebî de kitabına almış. Ama insafa gelerek münker olduğunu söylemiş.(51) İbn Hacer de Her iki râvî hakkında da eleştiriler var! diyerek aynı şeyi ifade etmeye çalışmış!(52)
Bu ikisi, Kitaba, sünnete, sahabe ve tâbiînin tatbikatlarına aykırı bir rivâyeti aktarmakla hata ettiklerini kanıtlamış oluyorlar. Böyle bir rivâyeti hasen saymak tarafgirlik değildir de nedir?
12. Zeyd b. Hâlid rivâyeti hem sadece yasaklamadan bahsediyor, hem de senedinde Mûsâ er-Rabezî adlı bir râvî var. Mûsâ ittifakla zayıf ve rivâyetlerine güvenilmez bir râvî.(53) 13. Sehl hadisi de tıpkı Zeyd b. Hâlid hadisi gibi. Bunun senedinde ise Yahyâ b. Osmân b. Sâlih el-Mısrî ile İbn Lehîa var. Her ikisi de hadis alimleri tarafından çokça eleştirilen, hâfıza bakımından çok zayıf râvîler.(54)
14. Kabdan rivâyet edilen hadisin durumu da yukarıdakilerden farksız. Senedinde Yahyâ b. Ebî Üneyse el-Cezerî adlı ittifakla zayıf, metrûk bir râvî var.(55)
15. Salebe hadisinde, müta nikâhının Hayberin fethinde yasaklandığı açıkça ifade ediliyor. Bu ise kesinlikle doğru değil; târihî hakîkatlere tamamen aykırı.* Bu yüzden kabul edilmesi imkânsız.
Diğer yandan senedinde Şerîk b. Abdillâh en-Nehaî adlı birisi var. Sadûq; ancak hâfıza bakımından çokça eleştirilen bir râvî.(56) Demek ki burada hata yapmış! Sebra Hadisinin Tahlîli :
Sebra hadisi, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin biricik dayanağı, darda kaldıklarında sığınıp medet umdukları yegâne delildir. Bu rivâyet adeta ilaç gibidir onlar için! O yüzden konuyla ilgili belli başlı kaynaklarda, müta nikâhından söz edilirken, ebedî haramlığına sünnetten delil deyince hep bu rivâyetin öne sürüldüğü görülür. Bu rivâyetin onların imdatlarına yetişip yetişemeyeceğini anlamak için, kendisini iki açıdan eleştireceğiz:
* Metin (içerik) tenkidi :
a. Sebra hadisi; müta nikâhına açıkça cevaz veren ayete, Peygamberimizin (s) meşhur hadislerine, sahabe ve tâbiînin yaygın olarak bilinen tatbikatına aykırı. Ayeti, meşhur hadisleri ve sahabe ve tâbiînin tatbikatını sadece Sebra hadisine feda etmek hangi akıl ve mantığa, hangi vicdana sığar!
b. Bu hadis sadece bir sahâbîden gelen bir hadistir ve mütayı Allah'ın Rasûlünün (s) yasakladığını ifade ediyor. Oysa bu nikâhın Allah'ın Rasûlü (s) hayattayken uygulandığına ve en son II. Halîfe Ömer b. Hattâbın yasakladığına dair hadisler daha yaygın ve daha sahihtir. Dolayısıyla bu hadis, pekçok sahâbînin rivâyet ettiği o hadislere de aykırı!
c. Bu hadisi Allah'ın Rasûlünden (s) Sebra dışında rivâyet eden olmadığı gibi, Sebradan da oğlu Rabî dışında duyan eden yok! Böyle haberlere (hadislere) usûl ilminde haber-i vâhid denir. Haber-i vâhid olan bir hadis ise hiçbir zaman kesin hüküm ortaya koyamazlar. Bu usûl kuralını, bu alana birazcık gönül verip ter dökmüş olan kimselerden bilmeyen yoktur. Bu haber-i vâhid olan hadis, üstelik ayete, meşhur hadislere aykırı ise; siz düşünün!
d. İnsanların namusuyla alâkalı böylesine önemli bir hadisi, herkesin mutlaka duymuş olması ve bilmesi gerekirken, bundan sadece Sebranın haberdar olması sizce tuhaf ve garip değil mi!? Böyle bir durumun bir hadisin asılsız ve uydurma olduğunu tanıma yollarından birisi olduğunu(57) hatırlatmaya gerek var mı!?
e. Duruma bakılırsa, bu hadis kalabalığa hitaben söylenmiş. Sadece Müslimin rivâyetlerine bir göz atılırsa bu durum açıkça görülür. Böyle bir durumda ve böylesi önemli ve hassas bir konuda söylenen bir hadisin, sadece bir kişi tarafından rivâyet edilmesi, Ehl-i Sünnet hadis ve fıkıh alimlerinin ittifakıyla uydurma hadislerin en temel alâmetlerinden sayılır.(58)
Bu ve benzeri nedenlerle, bu hadisin Allahın Rasûlü (s) tarafından dile getirildiğini iddia etmek imkânsızdır. * Sened tenkidi :
a. Hadisin Sebradan sadece oğlu Rabî kanalıyla geldiğini az yukarıda söylemiştik. Müta nikâhının ebedî olarak / kıyamete kadar haram kılındığını ifade eden bu rivâyet, çok ilginçtir, Rabîdan sadece Abdülazîz b. Ömer kanalıyla geliyor! Oysa aynı hadisi Rabîdan şu yedi kişi de naklediyor:
1. Leys b. Sad (59) 2. Umâra b. Ğaziyye (60) 3. İbn Şihâb ez-Zührî (61) 4. Ebû İshâq es-Sebîî (62) 5. Amr b. Hâris el-Mısrî(63) 6. Rabîin oğlu Abdülmelik (64) 7. Rabîin oğlu Abdülazîz (65)
İşte bu yedi hadis hâfızının Rabîdan naklettiği hadislerde kıyamete kadar kaydı bulunmuyor; sadece yasaklamadan bahsediliyor. Dolayısıyla Abdülazîz b. Ömer hadisi bu şekilde rivâyet ederek, Rabîin kendi çocukları dahil, diğer yedi hadis hafızına ters düşmüş oluyor. Abdülazîzi siqa(66) sayarsak; rivâyetine şâzz, saymazsak münker adı verilir. Hadis usûlü kitaplarının hangisine bakarsanız bakın; gerek şâzz ve gerekse münker hadislerin zayıf ve merdût sayıldıklarını görürsünüz. Yani bunlarla asla amel edilemez.
Bu durumda kıyamete kadar haram olduğuna dair rivâyet sadece Abdülazîzin rivâyetidir ve burada hata yaptığı apaçık bellidir. Dolayısıyla bunun ilmî açıdan itibara alınacak hiçbir yanı yoktur. O zaman geriye sadece yasaklanmış olduğundan başka bir şey kalmıyor. Bu ise Ehl-i Sünnet alimlerinin de işine yaramaz. Çünkü onların büyük bir çoğunluğu müta nikâhının birkaç kez serbest bırakılıp ardından yasaklandığına inanıyor. Dolayısıyla onların işine yarayacak rivâyetin ebediyyen, kıyamete kadar haram olduğunu ifade etmesi gerekiyor.
b. Üstelik bu şâzz olan Abdülazîz rivâyetinin sened kısmı da çelişkilerle dolu. Buna ızdırâb deniyor hadis ilminde. Zira senedin birinde Abdülazîz b. Ömer yerine Ömer b. Abdilazîz denmiş! (67)
c. Yedi hadis hafızının, içinde kıyamete kadar kaydı bulunmayan rivâyetleri de metin bakımından bir hayli muzdarib! Yani metinde birbirini tutmayan ifadeler var. Örneğin Umâra, Ebû İshâq, Amr ve Rabîin iki oğlunun rivâyetlerinde olayın Mekke fethinde vuku bulduğu ifade edilirken, Leysin rivâyetinde yer ve zaman belirtilmeden, sadece yasaklamadan bahsediliyor.
ez-Zührîden ise dört kişi rivâyet etmiş: 1. Süfyân b. Uyeyne(68), 2. Sâlih b. Keysân(69), 3. İsmâîl b. Ümeyye(70) ve 4. Mamer b. Râşid. Mamerden de iki kişi almış: İsmâîl b. İbrâhim b. Uleyye(71) ve Abdürrazzâq b. Hemmâm(72).
Süfyânın rivâyetinde yer ve zaman belirtilmeden sadece yasaklamadan bahsediliyor.* Sâlih yasaklamanın Mekkenin fethinde, İsmâîl b. Ümeyye ise Vedâ haccında vuku bulduğunu ifade ediyor. Mamer ise; kendisinden İsmâîl b. Uleyyenin yaptığı rivâyette Mekke fethinden bahsederken, Abdürrazzâqın rivâyetinde ise yer ve zamana hiç değinmiyor. İşte rivâyetlerdeki düzensizlik!
Burada İsmâîl b. Ümeyyenin, diğer üç hâfıza aykırı davranarak, yasaklamayı Vedâ Haccına kaydırması hiç de anlamsız değil! İsmâîlin nasıl bir adam olduğunu da önce gördük.* O bunu yaparken ileriyi düşünüyor; müta nikâhıyla alâkalı uygulamaların en sonunda kaldırıldığını sözde ispat edebilmek, Allah'ın Rasûlünün (s) hayatını yasaklamayla kapatabilmek için bu yola baş vuruyor!
Eee, bu kadarı da olacak; çünkü İsmâîlden bunlar beklenmez değil! Ancak İsmaîl bütün bu entrikaları çevirirken; iş yapıyor olmanın verdiği sarhoşlukla, İbn Şihâb ez-Zührînin yanısıra diğer altı hadis hafızının rivâyetlerine, ayrıca ez-Zührîden rivâyette bulunan üç büyük hadis hâfızına ters düştüğünü fark edemiyor. Onların rivâyetlerinde Vedâ Haccı ilavesi yok. Öyleyse bu, İsmâîlin değil de kimin marifeti!?
Bu yüzden Ehl-i Sünnet hadis alimleri olayın Vedâ haccında geçtiğini; yasaklamanın o gün yapıldığını belirten rivâyetlerin hatalı olduğunu, doğrusunun ve meşhur olanın ise Mekkenin fethinde yasaklandığını belirten rivâyetler olduğunu açık bir dille ifade ediyorlar. el-Beyheqî, Abdurrahmân es-Süheylî, İbnül-Qayyim el-Cevzî ve İbn Hacer el-Asqalânî bunlardan sadece birkaçı.(73) Dolayısıyla onlar bile İsmâîl b. Ümeyyenin söz konusu rivâyetini kabul etmiyor.
d. Böylesi bir ızdırâba (düzensizliğe) sahip bir rivâyeti, müta nikâhı gibi önemli bir konuda delil olarak kullanmak büyük oranda cüret ister. Çünkü böyle bir rivâyetle haramı helal, yada helali haram kılmak çok zordur. Üstelik vebali de çok ağırdır!
e. Ehl-i Sünnet alimlerinin de itiraf ve kabulüyle, bu hâdise Mekkenin fethinde olmuş. Mekkenin fethinde mütayı yasaklayan ve bunu kıyamete kadar diyerek pekiştiren bir peygamber, nasıl oluyor da iki ay kadar kısa bir süre sonra, Evtâs günü buna tekrar izin verebiliyor!? Bu ne biçim iş! Sırf mezhebi kurtarmak uğruna, Allahın peygamberini böyle bir dengesizliğe ve çelişkiye itmek, bunun sonuçlarına göz yummak hangi akıl sahibi müslümana yakışır!?
f. Allah'ın Rasûlü (s) gerçekten mütayı kıyamete kadar yasaklamış olsaydı; yani Sebra hadisi sahih bir hadis olsaydı; Buhârî böyle ilaç gibibir hadisi kaçırır mıydı? Kitabında bu hadise de yer vermez miydi? İbn Şihâb ez-Zührî, Mâlikî mezhebinin imamı Mâlik b. Enesin en önde gelen üstadlarından olduğu halde; o bile -en azından- üstadı kanalıyla gelen Sebra hadisine Muvatta adlı eserinde yer vermiyor! Sebra hadisi Muta nikâhı ebedî olarak haramdır diyenler için son derece hayati değer taşıyor; dolayısıyla bizim buradaki sorularımıza Canım! Buhârî ve hatta Mâlik sahih olan her hadisi kitabına alamaz ya! Buna imkan var mı ki!? şeklinde bir cevap verilemez. Bu cevaba sığınan ve bunun üzerine yatanlar, konunun önem ve ehemmiyetini ya kavramamışlardır; ya da onlar bununla kendilerini avutuyorlardır.
Bütün bunlar Sebra Hadisinin de asılsız ve gerçek dışı olduğunu göstermesi bakımından sanırım yeterli. Şu halde böyle bir hadise yaslanmak, bununla bir helâli haram kılmak bir tarafa; mekruh kılmak bile mümkün değildir.
Velhâsıl, biz Ehl-i Beyt (İmâmiyye) mektebi olarak şunları söylüyoruz: Yukarıda Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin en muteber kaynaklarında yer alan en sahih ve sahâbe arasında fazlasıyla yaygın hadisler bizlere şu hakikatleri gösteriyor: Müta nikâhına Allah Teâlâ izin vermiş, Onun sevgili Rasûlü (s) hayatta olduğu sürece uygulanmış. Bu uygulamaya I. Halife Ebûbekr zamanında da devam edilmiş! Allahın kitabında, Rasûlünün sünnetinde olmasına rağmen bunu yasaklayıp haram kılan; buna rağmen vazgeçmeyenleri cezalandıracağını söyleyen; hiç kuşkusuz, II. Halîfe Ömer olmuştur!
Eğer müta nikâhını yasaklayan gerçekten Allah'ın Rasûlü (s) ise, Ehl-i Sünnet âlimlerinden bir çoğu neden Müta nikâhını haram kılan / yasaklayan ilk kişi Ömer b. Hattâbtır. diyor? Ebû Hilâl el-Askerî, Celâl es-Süyûtî, el-Qalqaşendî ve el-Qırmânî; Ömer b. Hattâbın mütayı haram kılıp yasaklayan ilk kişi olduğunu söylüyorlar.(74) Yeri gelmişken, Ömer b. Hattâbın {İki müta var ki...} sözüne ilişkin, el-Cessâs ile Fahruddîn er-Râzînin ortak açıklama / savunmasına değinmek istiyorum:
{Ömerin bu sözü, Allah'ın Rasûlünün (s) konuyla ilgili haram kılıcı / neshedici bir sünneti olmadan, sahabe huzurunda söylemesi; sahabenin de bu duruma sessiz kalması düşünülemez! Aksi halde bu durum; hem o sözü söyleyeni, hem de dinleyip de itiraz etmeyenleri küfre sokar; İslâmdan uzaklaştırır.} (75)
Yukarıda, şimdiye kadar gözler önüne serdiğimiz onca sahih ve muteber delillere rağmen, böylesine zavallı ve üzücü lafları, el-Cessâs gibi, er-Râzî gibi aklı başında olduğunu sandığımız alimlere yakıştıramıyoruz! Çünkü bu sözleri gözleri mezheb taassubuyla perdelenmiş, basîreti körelmiş kimselerin dışında kimseler söyleyemez!
Ömer b. Hattâbın madem bildiği bir hadis vardı; neden onu okumadı!? Okumadığı bir tarafa; neden {Allahın kitabında ve Rasûlünün sünnetinde olmasına rağmen ... diyor. Madem bu nikâhı Allah'ın Rasûlü (s) yasaklayıp haram kılmış; öyleyse Ömer neden {... rağmen ben onları yasaklıyor / haram kılıyorum! ...} diyerek yasak koyanın ve haram kılanın kendisi olduğunu ifade ediyor. Yoksa Ömer b. Hattâb ne dediğini bilmiyor mu?
Diğer yandan; siz Ömer b. Hattâbın eli sopalı bir halîfe olduğunu unutuyorsunuz galiba! Onun karşısında kim öyle ulu orta çıkıp itiraz edebiliyormuş!?
Kaldı ki Ömere itiraz edenin olmadığını da nereden biliyorsunuz? II. Bölümde, müta nikâhına cevaz veren sahâbîleri gördünüz. Bunlar sahabenin en önde gelenleri. Bunların çıkardığı seslerin muteber olabilmesi için, mutlaka Ömerin karşısına dikilmesi mi gerekiyor!?
Bu zavallı yorumlarla Ömer b. Hattâbı korumaya çalışanlar, birazcık olsun, Allah'ın Rasûlünü (s) neden hiç düşünmezler!? Allahın sevgili peygamberini çelişkiye ve dün dediğini bugün yalanlamaya mahkum edenler, o yüce peygamberi bir sahâbîye feda ederken bunun insanı nereye götüreceğini neden akıllarına getirmezler!? Yoksa Allahın peygamberi bir sahâbîden daha mı önemsiz!? Bu türden maskaralıklara düşmenin sebebi ne?
III. SAHÂBE VE TÂBİÎNİN GÖRÜŞLERİ :
Kaynaklarda, ashâb ve tâbiînden bazılarının müta nikâhına karşı çıktıkları, buna asla izin vermedikleri ifade ediliyor. Şimdi tespit edebildiğimiz kadarıyla, bu görüşte olan sahâbî ve tâbiînin isimleri şunlar:
a. Sahâbîler :
1. Ömer b. Hattâb : Ömerin müta nikâhına karşı çıkıp haram dediğine yer gök şâhit. Üstelik haram diyenlerin öncülüğü de ona ait! Ebû Hilâl el-Askerî, Celâl es-Süyûtî, el-Qalqaşendî ve el-Qırmânî; Ömer b. Hattâbın müta nikâhını haram kılıp yasaklayan ilk kişi olduğunu söylüyorlar.(76)
2. Abdullâh b. Ömer : Bir kimse Abdullâha gelerek, müta nikâhının hükmünü sorduğunda hemen sinirleniyor; Vallâhi, bizler Allah'ın Rasûlü (s) zamanında zinâ da etmedik, sifâh ta!(77), bazı rivâyetlerde(78)ise Haramdır! diyerek müta nikâhına bakış açısını ortaya koyuyor. el-Cessâsın rivâyetinde ise Sifâhtır! cevabını vermiş!(79)
Bu rivâyetlerden Abdullâh b. Ömerin de bu nikâha olumsuz yaklaştığı açıkça anlaşılıyor. Zaten Abdullâha bundan başkası da yakışmaz; çünkü o babasının oğlu!
Ancak, Abdullâh b. Ömerin haramdır fetvasıyla ilgili bu rivâyetlerden birisi, daha önceki Mütanın Hayber günü yasaklandığına dair rivâyetinin* içinde geçiyor. Orada söz konusu rivâyetin sakat olduğunu; Hayber ile ilgili kısmın, İbn Şihâb ez-Zührî tarafından bilinçlice sokulduğunu görmüştük!
3. Abdullâh b. Zübeyr : Mütanın cevazını ifade eden Sünnetten deliller başlığı altında geçen Abdullâh b. Abbâs ve Esmâ bt. Ebîbekr hadislerinden, onun da müta nikâhına şiddetle karşı çıkanlardan olduğunu anlıyoruz. Hatta İbn Ebî Şeybenin sahih isnadla rivayetine göre; müta nikâhının zinadan farksız olduğuna inanıyor!(80)
4. Hz. Ebûbekr : Bu konuda, Abdullâh b. Abbâs ile Urvenin tartışmasını konu alan rivâyetten başka bir rivâyet yok!* Bizce bu rivâyete Ebûbekrin de sokulması Urve b. Zübeyrin işi! Çünkü Urve, her ne kadar Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin son derece güvendikleri bir râvî(81) ise de, bizce o sâbıkalı, hadisi kabul edilemez birisidir.(82) Dolayısıyla Ebûbekrin mütaya karşı çıktığı doğru değil! Birazdan da göreceğimiz gibi, alimlerin Ömer b. Hattâbı mütayı ilk yasaklayan kişi olarak sunmaları; hem bunu Allah'ın Rasûlünün yasaklamadığını, hem de Ebûbekrin bu nikâha karşı çıkmadığını açıkça gösteriyor.
Hz. Câbirden gelen sahih hadislerden hareketle, onun mütaya cevaz verenlerden olduğunu bile rahatlıkla söyleyebiliriz. Aksi halde halîfeliği zamanındaki müta nikâhı uygulamalarına asla göz yummazdı.
5. Hz. Âişe : Müta nikâhına, Müminûn sûresinin ayetlerini okuyarak karşı çıktığına dair rivâyet daha önce geçmişti.(83) Orada bunun da aslının olmadığını gördünüz!
Kısacası güvenilir rivâyetler, sahâbeden sadece üç kişinin; Ömer, oğlu Abdullah ve Abdullâh b. Zübeyrin müta nikâhına karşı çıktıklarını gösteriyor.
b. Tâbiîler :
1. Saîd b. Müseyyeb : Allah Ömere rahmet etsin; mütayı yasaklamasaydı zina açıktan yapılırdı!(84)diyerek o da müta nikâhının haramlığına inandığını ifade ediyor.
2. Urve b. Zübeyr : Esmâ bt. Ebîbekr hadislerinden onun da kardeşi Abdullâh b. Zübeyrden farksız olduğunu anlıyoruz. Rivâyetlere göre Urve müta nikâhını zinâ ile eş değerde görürmüş!!!(85)
3. Hasen el-Basrî : Diyor ki: Müta sadece kazâ umresi* sırasında, o da sadece üç günlüğüne helal kılındı. Ondan önce yada sonra hiç helal kılınmadı!!!(86)
4. Abdurrahmân b. Ebî Amra : Sahabeden olan ve İmam Ali @ ile Sıffîn muharabesinde azgın çetenin reisi Muâviyeye karşı savaşırken şehîd düşen Ebû Amra el-Ensârînin oğludur. Kendisi tâbiînin siqa râvîlerindendir.(87)
İbn Şihâb ez-Zührînin rivâyetine göre -tabii ki doğruysa- o da mütaya karşı çıkanlardan.(88)
5. Rabî b. Sebra : Sebra b. Mabedin oğlu. O da siqa sayılmasına rağmen Buhârînin güvenini bir türlü kazanamamış bir râvî. Zira Buhârî onun hadislerine kitabında hiç yer vermemiş.(89)
Sebra hadisinin kilit ismi / râvîsi olmasından, onun da müta nikâhına karşı olduğu sonucuna varıyoruz. Belki de bu hadis Rabîin işi! Çünkü bunu babası Sebradan ondan başka hiç kimse rivâyet etmiyor. Bu durum ister istemez akla bir takım şüpheler getiriyor.
6. Abdülazîz b. Ömer : Ömer b. Abdilazizin oğlu. Onun da bu kanaatte olduğunu, Sebra hadisine yaptığı özel katkı (!) lardan anlıyoruz.
7. Mekhûl ed-Dimaşqî : Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz tarafından genel olarak siqa ve sadûq kabul edilir. Ancak tedlisçiliği de bilinen bir husustur!(90)
Şam uyruklu fukahâdan sayılan ve İbn Şihâb ez-Zührînin gözde üstadlarından olan Mekhûl da mütanın zinâ olduğunu iddia etmektedir.(91)
8. İbn Şihâb ez-Zührî : Ehl-i Sünnet hadis ve fıkıh ulemasının son derece güvenip siqa saydığı(92)bu adamın, aslında hiç de öyle olmadığını daha önce* gördünüz.
ez-Zührînin bu görüşte olduğunu anlamak hiç de zor değil! İmam Aliye ve Abdullâh b. Ömere isnâd edilen Hayber hadisine katkılarından dolayı onun da bu görüşte olduğunu çıkarıyoruz.
9. İsmâîl b. Ümeyye : Ehl-i Sünnet hadis ve fıkıh ulemasının son derece siqa saydığı, Buhârî ile Müslimin kendisinden bol bol hadis rivâyet ettiği (93) İsmâîlin de ne mal olduğunu daha önce* görmüştük.
Hz. Câbirden rivâyet ettiği mütayı kıyamete kadar haram kılan rivâyetten ve yukarıdaki Sebra hadisine olan katkılarından bu sonuca varmak hiç de zor değil.
10. İmam Cafer es-Sâdıq @ : Bessâm es-Sayrafî İmama @ gelerek mütanın hükmünü soruyor ve sorduğu mütayı anlatıyor. O da {O şey zinadır!} buyuruyor!(94)
Öncelikle, Hz. İmamın @ müta nikâhına cevaz verdiği gün gibi âşikârdır. O Ehl-i Beyt mektebinin altıncı imamıdır ve bu mektebin bu konudaki tutumu, dost düşman herkes tarafından bilinmektedir. İmamın müta nikâhı için neler söylediğini I. bölümde gördük.
Diğer yandan, rivâyete dikkat edilirse, Bessâm es-Sayrafî Mütanın hükmü nedir? deyip bırakmıyor. Ayrıca İmama sorduğu mütayı anlatıyor, özelliklerini söylüyor. O da öyle bir mütanın zinadan pek farkının olmadığını ifade buyuruyor. I. Bölümde de gördüğümüz gibi, bu konuda taraflar arasında kavram kargaşası var. Ehl-i Sünnet mektebinin kafasında canlandırdığı müta zaten zinadan farksızdır. Rivâyetten anlaşılan o ki; İmam Cafer es-Sâdıq hazretlerine @ Ehl-i Sünnet tarafının düşündüğü mütanın hükmü sorulmuş; o da Aynen zinadır! cevabını vermiştir.
Dolayısıyla bu rivâyetten, İmam Caferin @ müta nikâhını -genel olarak- zinâ kapsamına soktuğunu anlamak imkânsızdır.
Evet, müta nikâhını haram sayan Ehl-i Sünnet alimlerine bakılırsa sahabe ve tâbiînin tamamı mütaya karşı! Neredeyse bu konuda ihtilaf yok! (Bu iddiaları birazdan göreceksiniz.) Konuyu bu şekilde ortaya koymaya çalışanlardan hemen hiç birisi; oturup ta hangi sahâbîlerin ve tâbiînden kimlerin buna karşı çıktığını söylememiş, bunun bir isim listesini sunmamış! Halbuki, biz kendi araştırmamızdan ve bu esnada karşılaştığımız rivâyetlerden hareketle; ashâbdan sadece 5, tâbiînden de 10 kişiyi tespit edebildik. Ebûbekr ile kızı Âişenin bu halkaya bilinçlice sokulduğunu; Ebûbekri bu halkaya dahil etme işinin Urve ile ez-Zührînin başının altından çıktığını, Âişe annemizle ilgili rivâyetin ise sulu olduğunu yukarıda gördük. İmam Cafer es-Sâdıq @ ile ilgili rivâyetin tahlîlini de yaptık. Dolayısıyla geriye kalıyor; yalnız üç sahâbî ve dokuz tâbiî! Onların da, mütaya cevaz veren sahabe ve tâbiînin yanında hiçbir kıymeti yok.
IV. İCMÂ DELİLİ :
Buradaki icmâdan kasıt, Ömer b. Hattâb mütayı tamamen yasaklayıp, yapanları recmedeceğini açıktan ilan ettiğinde sahabenin susması; ona itiraz etmemesidir. Böyle bir durum, istisnasız bütün sahabenin Ömeri onayladığı (aksi halde itiraz ederlerdi!) anlamına gelir ki; bunun adı Usûl ilminde {Sükûtî İcmâ}dır. Sükûtî icmâ ise Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde sarîh icmâ = herkesin açık görüş ileri sürerek vardıkları icmâ gibi dikkate alınır ve kesin delillerdendir.(95) Şâfiîlerin de büyük bir çoğunluğu böyle bir icmâya kesin delil gözüyle bakmasalar da, yine de dikkate alınması gereken bir huccet olduğunu söylüyorlar.(96)
Müta nikâhının haramlığının icmâ ile sâbit olduğunu, İmâmiyye mektebi dışında bütün fukahânın bu konuda ittifaka varmış olduklarını az sayıda alim iddia etmiyor! Hemen herkes ağız birliği ile icmâdan söz ediyor! Ebû Cafer et-Tahâvî, el-Cessâs, es-Serahsî, el-Merğînânî, el-Kâşânî, el-Mavsılî, İbn Münzir, Ebû Süleymân el-Hattâbî, el-Hâzimî, el-Mâzirî, İbn Rüşd, Qâdî Iyâd, en-Nevevî, Fahruddîn er-Râzî, el-Qastalânî ve Muhammed Ali es-Sâbûnî bunlardan sadece bazıları.(97) Cevap : 1. Sükûtî icmânın sarîh icmâ kadar kesin bir delil gibi kabul edilişi; nihayet bir fetvadır, ictihaddır. Bu konuda hiçbir nass (açık ayet yada hadis) yok. Ne ayetten ne de hadisten, böyle bir suskunluğun onaylama anlamına geldiğini ifade edecek hiçbir delil, savunanları tarafından bile henüz gösterilememiştir.
Hem bu, akla, mantığa ve târihî gerçeklere de aykırı. Bir insanın her hangi bir hadise karşısında susması, nasıl olur da o hadiseyi onaylaması anlamına gelebilir? Birisinin yanlışını gördüğümüz halde ses çıkarmadığımız olmamış mıdır? Özellikle karşımızdaki adam uyarıya gerek duymayacak kadar kaba ve umursuz ise, siz ne yaparsınız? Hem böyle bir durumda emr bil-marûf ve nehy anil-münker = iyiliği emir ve kötülükten nehiy yapmak zorunda mıyız ki?
Diğer yandan, karşımızdaki adamın köteği, zindanı, sürgünü ve hatta siyaseten = devletin yüksek menfaatleri için katli varsa herkesin o adama itiraz edeceğini nasıl beklersiniz? Her insanın yapısı buna müsait mi? İnsanlar içinde cesurlar ve korkusuzlar bulunduğu gibi, ürkekler ve korkaklar da bulunmaz mı?
Anlaşılan siz, pekçok sahâbî ve tâbiînin, zamanın sultasından korktukları için hadis rivâyet etmekten bile çekindiklerini bilmiyorsunuz! Abdullâh b. Mesûd gibi en önde gelen bazı sahâbîlerin, sırf hadis rivâyet ettiği için Ömer b. Hattâbın zindanlarında neredeyse çürümeye terk edildiğinden; onların Ömer ölünceye kadar zindanlarda(98) kaldıklarından haberdar mıydınız!? Bütün bunları bilen sahâbîler, nasıl Ömer b. Hattâb karşısında rahat hareket edebilirler? Ve bu durum karşısında sükût = suskunluk nasıl onaylamak ve olayı aynen kabullenmek anlamına çekilebilir? İnsan memnuniyetsizliğini sadece diliyle mi belli eder?...
Bu yüzden İmam Şâfiî başta olmak üzere, Dâvûd ez-Zâhirî, Îsâ b. Ebân, Ebûbekr el-Bâqıllânî, İbn Hazm, el-Ğazzâlî, el-Beydâvî, Fahruddîn er-Râzî gibi pekçok önde gelen İslâm hukukçusu, toplum psikolojisini göz önünde tutarak, böyle bir suskunluğu itibara almamışlar, Susana söz isnad edilemez demişlerdir.(99) Dolayısıyla böyle bir suskunluğu onaylamak olarak algılayamaz ve sükûtî icmâ diye bir şey kabul edemeyiz.*
2. Kaldı ki Ömere itiraz eden yok, demek gündüzün ortasında güneşin varlığını inkar etmek gibi bir şey. II. Bölümde müta nikâhına cevaz veren pekçok sahâbîden bahsettik. O listeyi de kendi kaynaklarımızdan değil, Ehl-i Sünnet alimlerinin en muteber kaynaklarından derledik. Bütün bunları yok sayarak icmâdan söz etmek mümkün mü? Sahabeden yalnız iki tanesinin -açıkça- bu kanaatte olduğunu az yukarıda gördünüz. Allah aşkına, 3 sahâbîye karşılık tam 16 sahâbî mütaya izin veriyor; câiz olduğunu söylüyor! Mutlaka bir icmâdan söz etmemiz icab ediyorsa; ne taraftadır icmâ!
3. İcmâdan kasıt Sahabe ve tâbiînden sonra İslam ümmetinin icmâsıdır! deniyorsa; bu da doğru değil. Ehl-i Beyt imamlarının @ konuyla ilgili yaklaşımı herkesçe malum. Onların katılmadığı ve onaylamadığı bir ittifak nasıl icmâ sayılır? Allah'ın Rasûlünün (s) ümmetine her konuda yol gösterici olarak emanet bıraktığı bir Ehl-i Beyt imamının yer almadığı icmâ ne anlam ifade eder ki? İmam Alinin, İmam Muhammed el-Bâqırın ve İmam Cafer es-Sâdıqın muhalefeti muhalefet olarak yetmez mi? Zamanlarının en büyük ilim ve takva sahibi oldukları herkesçe tescil edilmiş bu tertemiz insanlar, yoksa bu ümmetten yahut bu ümmetin müctehidlerinden değil mi ki; katılıp-katılmadıkları hiç hesaba katılmıyor!?
Ehl-i Sünnet mektebinin kendileri gibi düşünmeyen bizim gibi müslümanları Ehl-i Bidat = Bidatçi saydığı biliniyor. Buna rağmen Ehl-i Sünnetten pekçok fakîh, Ehl-i Bidatten bile olsa, bir müctehidin muhalefetiyle icmânın gerçekleşemeyeceğini, böyle bir ittifakın ümmeti bağlayıcı bir yönünün olmadığını; İcmâ için onların da muvafakat ve rızalarının şart olduğunu açık bir dille ifade ediyorlar.(100) Öyleyse Ehl-i Beyt imamlarının yer almadığı bir ittifak icmâ sayılamaz. Bu durumda müta konusunda icmâdan bahsetmenin hiç mümkünü var mı?
4. Bu suskunluğun icmâ olduğunu var sayalım. Bu durumda sahabe, Ömerin müta yapanları recmederim sözlerine de katılmış oluyor. Bu durumda müta yapan herkesin recmedilmesi gerekir! Halbuki Ehl-i Sünnet alimlerinin bile recme katılmadıklarını IV. Bölümde göreceğiz. Müta nikâhına ses çıkarmamalarını icmâ sayıp, mahiyeti, yeri ve zamanı aynı olmasına rağmen recmi kabul etmemek, ciddî bir ilim adamına yakışır mı Allah aşkına!?
5. Aynı durum hac mütası için de geçerli. Ömer b. Hattâb o sırada, müta nikâhının yanısıra hac mütasını da yasaklıyor ve sizin iddianıza göre, sahabe de bunu onaylıyor! Ancak, müta nikâhı söz konusu edildiğinde icmâ var diyen Ehl-i Sünnet alimleri, hac mütasını haram kabul etmiyor! Bu ne biçim çifte standart! Delilin bir tarafını alıp öbür yüzünü görmezden gelmekle hangi mantığa hizmet ediyorsunuz?* Şu halde mütanın haram olduğuna dair icmâ diye bir şey yoktur! Ve böyle bir iddia delilden tamamen yoksundur.
V. NESH İDDİASI :
Konuyla ilgili en garip delillerden birisi de nesh iddiası! Bu iddiaya göre {Müta nikâhı her ne kadar bir zamanlar uygulanmış olsa da; daha sonra neshedilmiş, hükmü ortadan kaldırılmıştır.} Bundan daha garibi ise bu konuda iki neshin yaşandığı iddiasıdır! Yani mütaya önce izin verilmiş; ardından yasaklanıp hükmü kaldırılmış. Sonra bir daha serbest bırakılmış; tekrar yasaklanmış!(101)
Fakat İmam Şâfiîye isnad edilen bu dönüşümlü neshi anlamak mümkün değil! Bu iş bu kadar basit mi? Allahın hükümleriyle bu denli oynamak kimin haddine? Böyle bir densizlik, bir peygambere nasıl reva görülür!? O yüzden el-Cessâs, es-Serahsî ve İbnül-Qayyim gibi ilim adamlarının bu tür iddialara hiç de itibar etmediklerini görüyoruz. Kendisi bir Şâfiî fakihi ve müfessiri olan er-Râzî de(102), bu gibi sözlerin muteber ulemanın sözleri olmadığını belirterek; İmam Şâfiîye izafe dilen o sözün aslının esasının olmadığını ifade etmiş oluyor.
Neshin ne şekilde gerçekleştiği konusunda ise üç yaklaşım var:
a. Ayetlerle nesh :
Müta nikâhının cevazını ifade eden ayet ve hadislerin yine bir takım ayetlerle neshedildiği iddiası kitaplarda dedikodu şeklinde de olsa dolaşır, durur! Bu konuda dört ayrı rivâyet var:
1. Abdullâh b. Abbâs : Bu konuda kendisine izafe edilen rivâyeti daha önce gördük.(103)
2. Abdullâh b. Mesûd : Bu büyük sahâbînin ise şöyle dediği rivâyet ediliyor: {Müta nikâhı; talâk, iddet, ve miras (ayetleri) ile neshedilmiştir!} (104)
3. İmam Ali @ : Rivâyete göre şöyle demiş : {Müta nikâhı imkanı olmayanlar için idi. Nikâh, talâk, iddet ve miras ayetleri nazil olunca neshedildi!} (105)
4. Ebû Hürayra : Rivâyete göre diyor ki: {Mütayı nikâh, talak, iddet ve miras (ayetleri) neshetmiştir!} (106)
5. Saîd b. Müseyyeb : Diyor ki: {Mütayı mirasla ilgili ayetler neshetmiştir!} (107)
Cevap : Aklı başında, insaflı, etrafa kendi gözleriyle bakmasını bilen hiçbir kimsenin kabul edemeyeceği şu sözde hadis olacak rivâyetlere bakın! Bakın da Allah ve Rasûlü tarafından helal kılınan, sahabe ve tâbiînin cevazına fetva verip uyguladıkları bir şeyi harama çevirmek için, nelere başvurulduğunu bir görün!!!
1. Öncelikle, bu rivâyetleri delil diye sunan veya kitaplarında yer verenlerin; hem ne kadar tefsir ve fıkıh usûlü bildikleri, hem de bu ilimlerin asıl kaynağı durumunda bulunan İmam Ali @, Abdullâh b. Abbâs ve Abdullâh b. Mesûd gibi büyük şahsiyetleri cehaletle suçladıkları anlaşılmaktadır! Okuyucuları saf ve aptal yerine koymaları ise işin cabası!
Allah aşkına, bu alimler kimleri kandırmaya çalışıyor! Müta ayetiyle nikâh, talak, iddet ve miras ayetlerinin ne alâkası var? Ayetin birisi müta nikâhını işliyor; ötekileri ise genel olarak nikâhtan, talaktan, iddet ve mirastan bahsediyor. Bu ayetler arasında % 100lük bir çelişki var mı ki neshe gidiliyor? Müta nikâhında miras yok diye miras ayetleriyle mütayı mensuh sayan sizler, kitap ehli olan bir kadınla evlenildiği vakit de mirasın söz konusu olmadığını bilmiyor musunuz? Öyleyse neden miras ayetleri, kitap ehli olan kadınlarla evliliği de neshetmiştir demiyorsunuz? Böyle bir evliliğe hem caiz hem de miras alamaz dediğinizi kimlerden saklayabileceksiniz? Bu ne çifte standart!!!
2. Müta da bir tür nikâh olduğuna göre nikâh ile ilgili ayetlerin onu neshetmesi de ne demek oluyor?
3. Rivâyetlerde iddet kelimesinin geçmiş olması da bu rivâyetlerin düzme olduğunu açıkça kanıtlıyor. I. Bölümde de gördüğümüz gibi, mütada iddet var!
4. Bu rivâyetler, daha önce geçen İmam Ali, İbn Abbâs ve İbn Mesûdun mütaya cevaz verdiklerini açıkça ifade eden sahih hadislere de aykırı.
5. Müta ayeti ve uygulaması tamamen husûsî (özel), nikâh, talâk ve miras ayetleri ise umûmîdir, geneldir. Her genel hükmün bir istisnasının olabileceğini sizler de kabul ettiğinize göre; buradaki tutumunuzun amacı ne?
6. Nesh olayında nâsihin (hükmü kaldıran delil) kesinlikle mensuhtan (hükmü kaldırılan delil) sonra gelmesi lazım. Burada ise öyle bir netlik ve kesinlik yok. Böylesi kuşkulu ve ne idüğü belirsiz rivâyetlerle nesh yoluna gitmek, siz de takdir edersiniz ki mümkün değil! Kaldı ki nesh olayında, imkanlar elverdiği sürece, delillerin arasını bulmak ve uzlaştırmaya gitmek temel bir kuraldır.(108) Aralarını bulmak ve bir şekilde uzlaştırmak mümkün iken kesinlikle neshe gidilmez. Bu kuralı neden işletmiyor ve bu delillerin arasını bulmaya hiç çalışmıyorsunuz!?
7. Ayrıca, siz her ne kadar kabul etseniz de; bizler Kuran ayetleri arasında küllî neshi kabul etmiyoruz. Yani bir ayet başka bir ayetin hükmünü bütünüyle kaldıramaz. Ama tahsîs = umumdan istisnâ anlamında nesh mümkündür; bunun Kuranda da pekçok örneği vardır. Bu bir çelişki de sayılmaz. Yukarıdaki rivâyetlerde geçen neshin tahsîs anlamına alınması ve böylece aralarının bulunması mümkündür.*
8. Gelelim rivâyetlerin ayrı ayrı tahliline: İbn Abbâs ile Ebû Hürayra rivâyetlerinin tahlillerini daha önce yapmış; asılsız olduklarını ispatlamıştık. Abdullâh b. Mesûda izafe edilen rivâyetin senedinde ise; hem ızdırâb (yani çelişkiler) var, hem de adları belirtilmeyen râvîler var. Bu yüzden onun kabulü de imkansız!
İmam Aliye isnâd edilen rivâyetin senedinde Mûsâ b. Eyyûb ile ondan nakleden Abdullâh b. Lehîa var. Mûsâ hâfıza sorunu bulunduğu için, hadisleri münker (asılsız) olan bir râvî.(109) Abdullâh ise tedlîsiyle meşhur bir râvî. Bu yüzden hadisçiler tarafından çokça eleştirilen birisi.(110)Böyle râvîlerin ananeli, yani üstadından an=den, dan harfiyle rivâyet ettiği hadisler makbul sayılmaz. Bu rivâyette de durum aynen böyle.
Dolayısıyla İmam Aliye izafe edilen bu rivâyetin aslı esası yok! Zaten zayıf bir rivâyet olduğunu Yahyâ b. Saîd el-Qattân da ifade etmiş bulunuyor.(111)
Saîd b. Müseyyeb ise nihayet bir tâbiîdir; sözü delil ve huccet olacak birisi değildir. Dolayısıyla bu rivâyet de kimseyi bağlamaz.
Neticede, bütün bu rivâyetler tamamen asılsız ve mezhebi kurtarmak uğruna îcât edilen düzmelerdir. Bunlarla neshe gitmek insaf ve adâletle bağdaşmaz.
b. Hadislerle nesh :
Yukarıdaki ne idüğü belirsiz rivâyetlerle müta ayetinin neshedildiğine -haklı olarak- yaklaşamayan bazı alimler, söz konusu ayetin hadislerle neshedildiğini iddia ediyor! Ebû Abdillâh el-Mâzirî, İbn Hümâm vb. alimler bu kanaati taşıyor.(112) Hadislerden kasıt ise, daha önce geçen, müta nikâhını haram sayanların dayandığı Sünnetten Delillerdir.
Cevap : 1. Konuyla ilgili rivâyetlerin her birini teker teker ele alıp bütün tahlilleriyle birlikte inceledik. Bunlardan olsa olsa sadece Sebra Hadisi neshe elverişli olabilir! Çünkü sadece onda ebedîlik = kıyamete kadar kaydı var! Yemenin ünlü alimlerinden Muhammed Ali eş-Şevkânî de bunu açıkça ifade ediyor. eş-Şevkânî, Nisâ sûresinin ilgili ayetinin açık ifadesinden ve Abdullâh b. Mesûd hadisinin ifadelerinden hareketle; mütanın İslâmın ilk dönemlerinde mübah = helal olduğunu ifade ettikten sonra Ancak bu mübahlık bir takım hadislerle neshedilmiştir! diyor. Ardından Sebra, Abdullâh b. Abbâs (meşhur fetvasından döndüğünü ifade eden a şıklı Tirmizînin rivâyeti) ve Hayber ile ilgili İmam Ali @ hadislerine yer veriyor ve sonunda aynen şunları söylüyor: Bu konuda asıl huccet, mütanın kıyamet gününe kadar haram kılındığını ifade eden rivâyettir.(113)
Bundan da anlaşılıyor ki; onların nâsih = neshedici olarak yegâne dayanakları Sebra hadisi. Onun da ne durumda olduğunu yerinde gördünüz. Böylesine şâibeli bir rivâyetle, ayet, hadis, sahabe ve tâbiînin tatbikatıyla yer etmiş bir hükmü kaldırmanın imkanı var mı? Bu hangi insafa, hangi vicdana sığar!?
2. Sebra hadisinin tüm eleştirilerden sâlim olduğunu düşünsek bile; nihayet bir kişinin rivâyetinden ibaret. Böyle bir rivâyetle neshden söz edilebilir mi?
3. Kaldı ki burada bir de Sünnetin Kuranı nesh edip edemeyeceği meselesi var. Hadislerle neshi ileri sürenlerin bu yaklaşımı ise tamamen, Sünnetin Kuranı nesh edebileceği ön yargısına dayanıyor. Oysa başta İmam Şâfiî ile Ahmed b. Hanbel olmak üzere pekçok müctehid, Şâfiîler ve Hanbelîler, böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmiyor. Doğrusu da bu. Sünnetin Kuranı nesh edebileceğini söyleyen Hanefîlerle Mâlikîler ise, o sünnetin (hadisin) mutlaka mütevâtir olması gerektiğini açıkça ifade ediyorlar.(114)
Dolayısıyla, Sebra hadisi zaten mütevâtir olmak bir tarafa, meşhur bile olamadığı için, onunla müta ayetinin neshi hiçbir şekilde mümkün değil!* c. İcmâ ile nesh :
Yukarıdaki nesh çeşitlerinden tatmin olamayan bir kısım alimler ise icmâ ile neshden imdât diliyor; böylece bataklığın birinden kaçalım derken, ondan daha büyük bir bataklığa saplanıyorlar! Özellikle Hanefîlerin başvurduğu nesh bu çeşit neshtir. Ebûbekr er-Râzî el-Cessâs, es-Serahsî, el-Merğînânî, el-Mavsılî, Fahruddîn er-Râzî, İbn Abdirrahmân ed-Dimaşqî ve Abdülvehhâb eş-Şarânî bu yola başvuranların en önde gelenlerinden.(115)
Cevap : 1. Deve kuşları, düşmanlarından gizlenmek için başlarını kuma sokarlarmış! Bu iddianın sahipleri de, etrafta olup biteni görüp duymamak için gözlerini kapatıp kulaklarını tıkıyorlar; ardından icmâdan ve icmâ ile neshten bahsediyorlar! Sormak lazım onlara: Kafanızı kumdan çıkarıp etrafa bir göz atmanın zamanı gelmedi mi? Yukarıda 30a yakın sahâbî ve tâbiînin mütaya izin verdiklerini, sizin muteber kabul ettiğiniz kitaplardan derledik; bunları ne zaman kabul edeceksiniz? Abdullâh b. Abbâsın fetvasından döndüğüne dair rivâyetlerin tümüyle yalan olduğunu hâlâ anlayamadınız mı? Böyle acı(!) gerçekler ortada dururken, icmâdan bahsetmek mümkün mü ki icmâ ile neshten bahsediyorsunuz?
2. Burada Tamam, önce ihtilâf vardı; ancak daha sonra icmâ gerçekleşti ve önceki ihtilafı ortadan kaldırdı da diyemezsiniz. Çünkü: Birincisi, sonradan gerçekleşen bir icmânın, önceden var olan ihtilâfı ortadan kaldırıp kaldıramayacağı bir hayli tartışmalı. Ahmed b. Hanbele ve mezhebindeki temel yaklaşıma göre; sonraki icmâ, önceden var olan ihtilâfı ortadan kaldıramaz. Şâfiîlerin, Zâhirîlerin, sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla Ebû Hanîfe ile öğrencisi Ebû Yusufun ve bazı Mâlikîlerin* yaklaşımı da bu. Daha çok Hanefîler kaldırır diyor.(116)
İkincisi, böyle bir durum da yok ortada! Sahabe ve tâbiînin ihtilafından sonra, günümüze kadar hangi asırda icmâ gerçekleşmiş! Bu hayâlî icmâya kimler katılmış? Ehl-i Beyt mektebinin (İmâmiyye) müctehid alimlerinin dışlandığı icmâ, meşrû ve bağlayıcı bir icmâ olur mu ki? Yoksa sizler, Muhammedin ümmeti denince sadece kendinizi mi görüyorsunuz!?
3. İcmâ olduğunu varsayalım. Pekî bu durumda ayet, icmâ ile nesh edilebilir mi? Nesh Allah'ın Peygamberinin (s) hayatıyla sınırlı, icmâ ise ancak onun vefatından sonra mümkün iken ve bu durum herkes tarafından bilinirken, nasıl olur da icmâ ile neshten bahsedilir!? Bu iddiayı öne çıkaran Ehl-i Sünnet alimleri, diğer taraftan İcmâ nâsih yada mensûh olamaz dediklerini(117) ne çabuk unutuveriyorlar? Yoksa vakit, mezhebi kurtarma vakti mi?
Bütün bu gerçekler karşısında İbn Hümâm, el-Merğînânî ve benzerlerinin Müta nikâhı icmâ ile mensûhtur! ibaresini bu haliyle doğru bulmuyor ve Yani icmânın dayandığı delillerle mensûhtur. Aksi halde, icmânın nâsih yada mensûh olma özelliğinin bulunmadığı malum. diyerek düzeltme yoluna gidiyor.(118)
Sözü edilen icmânın delili de olmadığına göre; kökü olmayan bir icmâ ile yola çıkılmış demektir.
Bu konuda kesin huccet daha önce geçen(119) Câbir, Ömer ve Imrân hadisleridir. Hz. Câbir bu nikâhın Allahın Rasûlü (s) zamanında uygulandığını, bu uygulamanın I. Halife zamanında ve II. Halife döneminin ilk yıllarında da devam ettiğini; sonunda II. Halifenin bizzat kendisi tarafından yasaklandığını söylüyor. Ömer b. Hattab da iki mütanın Allah tarafından helal kılındığını ve peygamber efendimiz zamanında uygulandığını söyledikten sonra artık her ikisini de kendisinin yasakladığını ve yapanları cezalandıracağını herkese açıkça ilan ediyor!
Hz. Imrânın sözleri ise daha bir açık. {Allahın kitabında müta ayeti nazil oldu; Allah'ın Rasûlü (s) de onu bize emretti. Daha sonra bunu nesheden bir ayet nazil olmadığı gibi, Allah'ın Rasûlü (s) de vefatına dek bizi ondan menetmedi. (Yalnız) ondan sonra bir adam çıkıp kendi düşüncesiyle dilediğini söyledi.}
İmam Ali @ ile onun en yakın arkadaşı Abdullah b. Abbasın Ömer mütayı yasaklamasaydı... sözleri de aynı gerçeği ifade ediyor.
Abdurrazzâq b. Hemmâm, Ebû Dâvûd ve İbn Cerîr et-Taberînin Buhârî ile Müslimin şartlarına göre gayet sahih isnadla rivayetine göre Hakem b. Uteybe de müta ayetinin muhkem bir ayet olduğunu; dolayısıyla neshin kesinlikle söz konusu olmadığını ifade ediyor.(120)
Kısacası her ne şekilde olursa olsun; müta nikâhının helalliğinin nesh edildiği iddiaları, delil ve mesnetten tamamen yoksundur. Bunlar sırf mezhebi kurtarmak için ileri sürülmüş boş laflardır.
VI. HZ. ÖMERİN İCRAATI :
Müta nikâhının haram olduğunu ileri sürenlerden Hz. Ömerin icraatını da delil gösterenler olabilir! Ömer b. Hattâbın icraatının huccet (bağlayıcı delil) olduğu ise başlıca iki hadise dayandırılabilir:
1. Benim sünnetime ve benden sonraki râşid mehdî halîfelerin sünnetine tâbi olun... (121)
2. Benden sonra iki kişiye; Ebûbekr ile Ömere uyun!!! (122)
Cevap : 1. Gerek Ebûbekr ve gerekse Ömerin kendi hilafetleri döneminde Allahın kitabına ve Rasûlünün sünnetine aykırı pekçok uygulamaların olduğu bir gerçek. Özellikle II. Halifenin bu türden icraatları saymakla tükenmez! Bu husus Ehl-i Sünnet alimlerince prensip olarak pek kabul edilmese; onların tarih ve hadis külliyatı bu türden bir yığın örneği, hem de en sahih ve güvenilir senetlerle, içinde taşıyıp durmakta!* Ömer b. Hattâbın müta nikâhıyla ilgili icraatı da bu türden.
Sorarım sizlere: Bir peygamber, icraatlarıyla Allaha ve Rasûlüne muhalefet eden birisini bizlere tavsiye eder mi? Bizlerden onlara uymamızı ister mi? Bu durumda kitap ve sünnetin hali ne olacak!? Böyle bir tavsiye ve direktif, nübüvvet makamını sarsmaz mı? Bu türden yaklaşımlarla Allah'ın Rasûlünü (s) töhmet altına sokmak iman ve insafa sığar mı? Akıl, mantık bunu kabul eder mi?
2. Allah'ın Rasûlü (s) Ebûbekr ile Ömere uyun! demiş olsa bile bundan ne anlarsınız? Böyle bir ifadeden Allahın kitabına ve Rasûlünün sünnetine aykırı icraatta bulunsalar bile onlara uymamız gerektiğini çıkarabilir misiniz? Bizler bile (oniki imam dahil) ondört masûmun* tüm söz ve davranışlarının bizleri bağlayıcı olduğunu söylerken, Allahın kitabına ve Rasûlünün sünnetine aykırı düşseler de; durum böyle! demiyoruz. (Kaldı ki, onların hayatında kitap ve sünnete aykırı hiçbir icraat yoktur; bunun tek bir örneğine bile şimdiye kadar tesadüf edilmemiştir!)
3. Birinci hadise bir diyeceğimiz yok! Bu hadisin ifade ettiği mesaj da doğru, isnadı da sahih. Fakat hadisten maksat, bazı uyanık akıllıların anladığı gibi; Dört halife değildir! Çünkü hem onlardan bazılarının; özellikle II. Halife Ömer ile III. Halife Osmanın, Allahın kitabına ve Rasûlünün sünnetine aykırı pekçok icraatları var, hem de bu halifelerin kendi aralarında bile pekçok konuda görüş birliği yok! Bütün bunlar râşid ve mehdî = hidayet kaynağı, kılavuz olan insanlara yakışır mı!? Böyle insanlara mı uymamız tavsiye edilecek? Hiç bunun olur tarafı var mı?
Hadisten maksat hiç kuşkusuz; bizim kabul ettiğimiz oniki imamdır ve diğer bazı hadislerde bu rakam aynen geçer!(123) Gerçek anlamda râşid ve mehdî olan halifeler (halife olması gereken imamlar) onlar!
4. İkinci hadis ise; kendisinden kat kat güçlü, gayet sahih olan Seqaleyn hadisine aykırı. 30a yakın sahâbî tarafından rivâyet edildiği(124) için mütevâtir kategorisine yükselen bu hadis-i şerife göre; Allah'ın Rasûlü (s) şöyle buyuruyor:
Sizlere iki paha biçilmez emanet bırakıyorum; onlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapmazsınız: Allahın Kitabı ve benim ıtretim (soyum), Ehl-i Beytim.
Onlar havuz başında benim yanıma varıncaya dek birbirlerinden asla ayrılmayacaklar! Onun için benden sonra onlara nasıl davranacağınıza iyi dikkat edin. (125)
Bu hadis-i şerif, Allah'ın Rasûlünün (s) bizlere başkasını değil; seqaleyni yani Allahın kitabı ile Ehl-i Beyti bıraktığını açıkça ifade ediyor. Dolayısıyla Allahın kitabı ile Rasûlünün sünnetinden sonra, bizleri söz ve davranışlarıyla bağlayan sadece Ehl-i Beyttir! Bu durum, Ebûbekr ile Ömere uyun! rivâyetinin asılsız olduğunu ortaya koyuyor.
5. Ayrıca bu ikinci hadis, bazı rivâyetlerde şöyle devam ediyor: ... Ammâr b. Yâsirin yoluna tâbi olun. Abdullâh b. Mesûdun sözlerine sarılın. (126)
Bilen ve anlayanlar için, bunlar hadisin sıhhatine ve güvenilirliğine engel olan durumlardan sayılır. Zira gerek Ammârın ve gerekse İbn Mesûdun ilk iki halifeye hiç uymayan ters düşünce ve ictihadları var! O zaman biz kimi tercih edeceğiz? Yerinde de gördük ki; İbn Mesûd müta nikâhına evet diyor; Ömer b. Hattâb ise hayır! Şimdi biz ne yapacağız!?
Kaldı ki Ebûbekrin müta nikâhına cevaz verdiği daha ağır basıyor. Bunu sebepleriyle birlikte yukarıda izah ettik. Bu durumda da Ebûbekre mi yoksa Ömere mi uyacağımız belli değil!
Allah aşkına böyle hadis olur mu? Bir peygamber hiç böyle çelişkilerle dolu bir söz söyler mi!?
6. Söz konusu ikinci rivâyetin sened bakımından tahliline gelince; Huzeyfe hadisi ( Huzeyfe Ribî b. Hırâş Abdülmelik b. Umeyr ...) yoluyla geliyor. Abdülmelik, hadis hafızlarına göre âdil birisi; ama büyük oranda hâfıza sorunu var. Üstelik tedlîs (rivâyet ettiği hadislerin kabul görmesi için sened ve metninde oynama) ile suçlanıyor!(127) Ayrıca gerek Abdülmelik ile Ribî, gerekse Ribî ile Huzeyfe arasında senedde kopukluk var! Bundan dolayı el-Bezzâr ile İbn Hazm bu hadisin sahih olmadığını, Ebû Hâtim ise illetinin bulunduğunu(128) ifade ederek; Huzeyfeye izafe edilen bu rivâyetin zayıf olduğuna dikkat çekiyorlar. O halde Hâkim ile ez-Zehebînin bu hadis için sahih, Tirmizînin de hasen demesi gerçeği hiçbir zaman yansıtmıyor!
Abdülmelik ile Ribî arasındaki kopukluğu, İbn Sad ile Hâkimin (aynı sayfalardaki) bir rivâyeti gidermekte. Buna göre arada Ribînin azadlısı Hilâl adında birisi bulunmakta. O da kimliği ve kişiliği hakkında pek bilgi sahibi olamadığımız birisi.(129)
İbn Sadın bu Huzeyfe hadisini değişik bir isnadla da rivâyet etmiş olduğunu görüyoruz: ( ...Ribî b. Hırâş Amr b. Herim el-Ezdî Sâlim Ebul-Alâ el-Murâdî ...) Ancak Sâlim el-Murâdî genellikle zayıf sayılan bir râvî olduğu(130)için bu isnadı da itibara almanın yolu yok!
Abdullâh b. Mesûda izafe edilen rivâyetin isnadı ise şu şekilde: ( İbn Mesûd Ebüz-Zerâ Abdullâh b. Hâni Seleme b. Küheyl oğlu Yahya oğlu İsmâîl oğlu İbrâhîm ...) Bunlardan Yahyâ(131), oğlu İsmâîl(132) ve onun da oğlu İbrâhîm(133)Ehl-i Sünnet hadis alimlerinin zayıf dediği râvîler. Ebüz-Zerâ üzerinde ise değişik görüşler var: Buhârî zayıf sayanlardan!(134) Böyle bir rivâyeti Hâkimin sahih, Tirmizînin ise hasen sayması doğru mu? Bu yüzden ez-Zehebî Hâkimin hükmüne itiraz ederek senedi tamamen çürük! diyor(135) ve rivâyetin sakatlığını ortaya koyuyor.
Bütün bu anlatılanlardan çıkan net sonuç şu: Kitap ve sünnette Halîfe Ömerin söz ve icraatları bizi bağlar diye bir hüküm olmadığı gibi, böyle bir hayali hükmün hiçbir dayanağı da yok! Zaten müctehid alimler içinde Ebûbekr ile Ömerin icraatları bizim için huccettir! diyen de yok! Dolayısıyla Allahın kitabı, Rasûlünün sünneti ve sahabe ve tâbiînin meşhur tatbikatıyla sabit olan bir hükmü, kimsenin hatırına terk edemeyiz!
Not : Alâüddîn Kuşçunun, Ömer b. Hattâbın iki mütayı haram kılarken sarfettiği sözleri doğrulamak ve Allah'ın Rasûlüne (s) karşı halifeyi haklı çıkarmak için {Bu, halifeye zarar verecek durumlardan değildir! Çünkü bir müctehidin, ictihâdî meselelerde bir başkasına muhalefet etmesi bidat sayılmaz!!!}(136) demesi; II. Halife Ömeri bu sözlerle savunması ise anlaşılır gibi değil!!!
Sormak lazım bu Kuşçuya: Allah ve Rasûlünün müta nikâhını açıkça helal kılarak, uygulanmasına bizzat izin verdiği herkes tarafından bilinmiyor mu? Böyle bir şeye ictihâdî denebilir mi? İctihâdî derken deliliniz ne? İctihâdî alan dendiğinde; bundan hakkında kesin ve açık delil bulunmayan, tartışmaya açık alan anlaşılmaz mı? Siz Allah ve Rasûlü tarafından açıkça helal kılınan bir konuya ictihâdî diyerek neyi amaçlıyorsunuz? Allah'ın Rasûlünü (s) sıradan müctehidlerin kefesine koyarak, sonradan geleceklere Peygambere muhalefet kapısını açmayı mı düşünüyorsunuz?
Peygamberler için ictihad diye bir şey söz konusu değildir bize göre! Bize göre peygamberler daima vahyin kontrolü altında bulunurlar. Onların İslâm adına ortaya koydukları her şey vahiy mahsulü sayılır. Onların ictihad edebileceğini kabul eden Ehl-i Sünnet mektebine göre de; Peygamber Efendimiz (s) çözülmesi gereken yeni bir konuyla karşılaştığında bir süre vahiy bekler. Vahiyden ümidini keserse ictihadıyla karar verebilir. Qâdî Iyâd, Fahruddîn er-Râzî, el-Beydâvî ve Tâc es-Sübkî gibi usulcü alimlere göre; Allah'ın Rasûlünün (s) ictihadla vardığı sonucun hataya ihtimali yoktur. en-Nevevî, muhakkik ulemanın görüşü budur. diyor. Hata ihtimali vardır. diyenlere göre ise; onun ictihad ile vardığı hüküm Allah tarafından düzeltilmez, herhangi bir uyarı almazsa; Allah'ın Rasûlü (s) o konuda isabet etmiş (doğruyu yakalamış) ve Allah tarafından da onaylanmış sayılır. Artık bundan sonra hiçbir kimsenin o konuda Allah'ın Rasûlüne (s) muhalefet etmesi caiz olmaz, kesinlikle haram olur.(137) Sonuç itibariyle her iki taraf da, Allah'ın Rasûlünün (s) ictihadıyla varmış olduğu hükmüne muhalefet etmeye kesinlikle izin vermiyor!
Ey Kuşçu! Sen bunları daha önce hiç duymadın mı yoksa!? Bu durumda, Ömerin icraatı, Allahın hükmüne karşı ictihad olmaz mı? Nass (açık ayet ve hadis) karşısında ictihad yapmanın haram olduğunu bilmiyor musunuz!? Sizin ağzınız bu sözleri sarfederken aklınız nerede? Bu ne sarhoşluk ve ne dediğini bilmezlik? Siz hiç Allahtan korkmaz mısınız bunları söylerken? Allah'ın Rasûlünün (s) bir Ömer kadar haysiyeti, izzet ve şerefi yok mu sizin yanınızda!? Bu sözleri sizden başka söyleyen var mı? Varsa; nerede, ne zaman yaşamış? Onu kimler görmüş? Siz bunu yaparken ne kötü bir çığır (bidat) açtığınızın farkında mısınız? Hem bunun günahını, hem de kıyamete kadar sizin bu yolunuzu izleyecek olanların günahını taşımaya hazır mısınız!?
Bir an Kuşçuya hak verip, Allah'ın Rasûlünün (s) ictihadla vardığı hükme muhalefetin câiz olabileceğini kabul etsek bile; İctihâd ictihâd ile nakzolunmaz diye bir temel usûl kuralı var.(138)Yani, bir müctehidin ictihad ile vardığı bir hüküm, Allahın kitabına ve daha başka kesin delillere aykırı olmadıkça, bir başka müctehidin hükmüyle bozulamaz, yürürlükten kaldırılamaz. Dolayısıyla önceki ictihadın yürürlüğü ve geçerliliği devam eder.
Bu durumda; Allah'ın Rasûlü (s) mütanın cevazına ictihad ile ulaşmış ve bunu karara bağlamışsa, bu hüküm Ömerin ictihadıyla yürürlükten kaldırılabilir mi? Biz halen Allah'ın Rasûlüne (s) uyamaz mıyız?
Kısacası, Kuşçunun bu sözünün hiçbir değeri, akıl alır bir tarafı olmadığı için; tutup duvara çalmaktan başka yapacağımız yok!
VII. AKLÎ DELİLLER :
Müta nikâhı için haramdır diyenlerin aklî ve sosyolojik delillerinin de olduğu inkar edilmez! Onların ileri sürdükleri bu delilleri ise şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Müta nikâhında talak, iddet, neseb ve miras gibi hukûkî hükümler cereyan etmez. Oysa bunlar normal bir nikâhın hükümlerindendir. Bu bakımdan müta meşrû bir evlilik sayılamaz!(139)
2. Nikâh şehveti teskin etmek için değil; sadece ırz ve namusu korumak ve çoluk-çocuk sahibi olmak için meşrû kılınmıştır. Mütada ise çoluk çocuk sahibi olmak diye bir şey yoktur; sırf şehveti teskin vardır! Bu açıdan da müta nikâhı meşrû bir nikâh değildir.(140) 3. Zinada meniyi boşa verip israf etmek vardır ve bu yüzden de sifâh adını almıştır. Müta nikâhında da durum bundan farksızdır. Dolayısıyla müta nikâhı bir tür zina ve sifahtır. Bu bakımdan meşrû olması imkânsızdır!(141)
Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer, Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr ile Mekhûl müta nikâhına zina ve sifah gözüyle bakanlardan! Hanefîlerden Ebûbekr er-Râzî el-Cessâs bunlara büyük sahâbî Abdullâh b. Abbâsı da dahil ediyor ve bu görüşü hararetle savunuyor!(142)
4. Mütada özellikle kadın açısından onur kırıcı, aşağılayıcı bir durum vardır. Namus adeta pazarlık konusu edilmekte ve para karşılığı satılmaktadır!
5. Dâimî (süresiz) nikâhı bir şeyi tümüyle satın alıp mülk edinmeye, müta nikâhını da icâra akdine, yani bir süreliğine kiralamaya benzetebiliriz. Zira dâimî nikâhta, meselâ zaman şartı öne sürülemez; satın almada da durum aynıdır. Şu malı iki aylığına satın alıyorum denmez. Müta nikâhında ise zaman şartı koşma durumu vardır; bu bakımdan Şu malı iki aylığına kiralıyorum. demeye benzer. Oysa ırz ve namusun belli bir süreyle kiralanması doğru değildir!(143)
Cevap : Özellikle Hanefîlerden Ebûbekr er-Râzî el-Cessâsın bayraktarlığını yaptığı bu sözde aklî delillere sırasıyla cevap vermeye çalışalım:
1. Müta nikâhında iddet ve neseb hükümlerinin cârî (geçerli) olduğunu daha önce defalarca izah ettik. Ayrıca, sırf talak ve miras yok diye bu nikâha haram demenin imkansız ve bunun yanlış olduğunu da ortaya koyduk. Çünkü bu sözde aklî gerekçeyi ileri sürenler başta; tüm Ehl-i Sünnet mektebi, aralarında miras cereyanını kabul etmediği halde; bir müslüman erkeğin kitap ehli bir kadınla evliliğine izin veriyor! Miras olmadığı halde bu evliliği meşrû kabul ediyor! Bu çelişkinin sebebi ne? Neden bu câiz de öbürü câiz değil!?
Dolayısıyla müta nikâhı da meşrû bir nikâhtır ve dâimî nikâhtan en çarpıcı farkı süreli olmasıdır. Buna rağmen o da bir evliliktir; kadın o süre içinde bir başka erkekle kesinlikle evlenemez. Bu esnada sadece kocasının eşidir. Çocuk olursa nesebi belli (yani babasına ait) olur. Kadın, evlilik bittiğinde veya kocası öldüğünde iddet bekler. Talaka ise, nikâh zaten süreli olduğu için gerek yok. Bunun neresinde gariplik var!?
Hem Allah ve Rasûlü bu nikâha izin verirken talak ve miras var mıydı? Bu gibi sözde aklî delillerle, Allah ve Rasûlünün verdiği hükmü reddetmeye mi çalışıyorsunuz?
2. Nikâhın sırf ırz ve namusu korumak ve çoluk çocuk sahibi olmak için meşrû olduğu; müta nikâhında ise böyle bir şey olmadığı için meşrû olmadığı iddiası ne kadar ön yargılı ve ne kadar câhilce bir iddia! Böyle bir delili çıkaran akla şaşmak elden bile değil!
Şimdi söyler misiniz: Bir insan, sırf şehevî arzularını yatıştırmak için dâimî bir nikâhla evlenemez mi? Böyle bir nikâh için haramdır diyebilir misiniz? Bu ne biçim mantık, Allah aşkına!? Fakihler (İslâm Hukûku alimleri), evlenmediği takdirde zinaya düşecek bir kimse için; evlenmesi farzdır / vâcibtir! demiyor mu?(144) Onların bu fetvası, sırf şehevî arzuları tatmin için de evlenilebileceği konusunda sizce yeterli değil mi yoksa!?
Bu mantıkla yola çıktığımızda, tamamen kısır olan birisiyle evlenmeye haram demek gerekir. Sizce bir erkek tamamen kısır yada çocuk doğurma ihtimali kalmamış bir kadınla, bir kadın da aynı özelliğe sahip bir erkekle evlenemez mi? Buna haramdır! diyebilir misiniz!?
Hem azil = cinsel ilişki esnasında, hamileliği önlemek için meninin dışarı boşaltılması neden meşrû kılınmış?(145) Allah'ın Rasûlü (s) buna neden izin vermiş? Nikâhtan ve cinsel ilişkiden maksat mutlaka çoluk çocuk sahibi olmak olsaydı; Allah'ın Rasûlü (s) azle izin verir miydi? Kaldı ki böyle bir durumda, bir kimsenin, Allah uzun ömürler verirse, ömür boyu kaç çocuğu olur!?
Diğer yandan; müta nikâhında çoluk çocuk sahibi olmak düşüncesinin bulunmadığını nereden biliyorsunuz? Bu tür iddiaları nereden bulup çıkarıyorsunuz? Bir kimse dâimî nikâhla evli; fakat hiç çocukları olmuyorsa, mutlu bir evlilikleri varsa; üstelik çocuk sahibi olmak için ikinci bir dâimî evliliği göze alamıyorsa; böyle birisi müta yoluyla neden çocuk sahibi olamasın!?
3. Zinanın, sırf meniyi boşa vermekten dolayı haram kılındığı iddiası korkunç bir iddia! Yani, meni boşa verilmeyip de çocuk peydahlanırsa; zina zina olmaktan çıkacak mı!? Bu ne sarhoşluk ve ne dediğini bilmezlik! Mezhep taassubunun böylesi görülmüş mü? Sırf mezhebi kurtarmak uğruna katlanılanları görüyor musunuz!?
Sizce bir erkeğin, eşiyle sevişirken cinsel ilişkiye girmeden menisi boşalsa; menisini boşa verdiği için haram mı işlemiş olur!?
Az önce de ifade ettiğimiz gibi; azilde de meninin boşa verilmesi var. Öyleyse azil için caiz değil mi diyeceksiniz? Arkasından azil yapılacak bir cinsel ilişki için de zina benzetmesi mi yapacaksınız? Bu durumda Allah, Rasûlü ve bütün İslam hukuku alimleri size ne der?
Madem müta zina gibi bir şey; o zaman Allah ve Rasûlü neden ona izin verdi? Neden onun uygulanmasına göz yumdu? Yoksa el-Cessâs gibi O zaman zina değil idi; sonra zina oldu!(146) mu diyeceğiz!? Böyle saçmalık mı olur? Bütün bunlar Allah ve Rasûlüne iftirâ değil mi? el-Cessâs, zinanın haramlığının aklî = çirkinliği akıl ile sabit olduğunu kabul ettiği halde(147); aklın çirkin kabul ettiği bir şeye Allah ve Rasûlünün izin verdiğini burada nasıl iddia edebiliyor!? Bu ne çelişki ve bu ne sarhoşluk!? Ey el-Cessâs! Bunlar sana hiç yakışıyor mu!? Bütün bu akıl almaz yorumların sebebi ne? Mezhebi kurtaralım derken, ne durumlara düştüğünün farkında mısın acaba!? İnsan bunları söylerken haya etmez mi?* Rivâyetlerden Abdullâh b. Ömerinkine bir denecek yok. Bu söz gerçekten ona aitse; Allah'ın Rasûlüne iftirâ atmış demektir ve bu durum sadece kendisini bağlar.
İbn Zübeyr ile İbn Müseyyebe ait rivayetlere de bir diyeceğimiz yok; bunlar onlara uyar ve kimseyi bağlamaz!
İbn Abbâsa izafe edilen rivâyet ise hem kendisinden gelen en sahih ve en sağlam hadislere ters; hem de isnad bölümünde yer alan Hâşim oğullarının azadlısı Ebû İshâq şahsı ve durumu meçhul birisi!(148) Dolayısıyla söz konusu rivâyet zayıf ve asılsız!
Hem Abdullâh b. Abbâs, böyle bir söz sarfedecek kadar câhil, Allah ve Rasûlünün izin verdiği bir şeye sifâh diyecek kadar edepsiz olabilir mi? Siz İbn Abbâsı iyi tanıyor musunuz? Asıl İbn Abbâsı câhil duruma sokup edepsizliğe mahkum eden, bu uydurma rivâyetleri ona isnad eden kimseler câhil ve edepsizdir!
Kaldı ki Abdullâh b. Abbâstan mütanın sifâh olmadığına dair sahih bir rivâyet de gelmiş bulunuyor.(149)
Urve b. Zübeyr ile Şamlı Mekhûle gelince; sözlerini alın duvara çarpın!
4. Müta nikâhında madem namus pazarlık konusu ediliyor, madem ki kadının onuru zedeleniyor; o halde Allah ve Rasûlü buna neden izin veriyor!? Allah'ın Rasûlü (s) böyle bir nikâhın uygulanmasına neden göz yumuyor!? Durum böyle olsaydı Allah ve Rasûlü buna izin verir miydi? Bunlar ne biçim iddia? Bu iddiaları öne sürenler, Allah ve Rasûlünü ne duruma soktuklarının farkında mıdırlar acaba!? Yoksa câiz ve helal iken namussuzluk anlamına gelmiyordu, onur kırıcı bir tarafı yoktu. Haram kılındıktan sonra durum değişti! mi diyeceksiniz!!!?
Oysa, normal nikâhta olduğu gibi, müta nikâhında da zorlama yoktur ve her şey karşılıklı rızaya dayalı olarak yapılmaktadır. Buna razı olan bir kadın böyle bir şeyi aklına getirmiyor da size noluyor? Hem müta nikâhının dâimî nikâhtan en göze çarpan farkı süreli olmasıdır. Bunun neresinde onur kırıcı bir şey var! Bir kadınla süreli evlilik onur kırıcı ise, onunla devamlı evlilik de onur kırıcı olmaz mı? Bu nasıl bir akıl ve bu nasıl bir mantık? Diğer yandan; şayet müta nikâhında ücret söz konusu olduğu için ırz ve namus pazarlık konusu ediliyor, geçici bir süreyle kiralanmış oluyorsa; bu durum dâimî nikâhta yok mu sizce!? Mehir diye bir şey duymadınız mı siz hiç? Bu mantıkla yola çıktığınızda; mütada ücret olduğu için bir kadın bir süreyle kiralanmış oluyorsa; dâimî nikâhta mehir bulunduğu için bir ömür boyu kiralanmış; hatta adeta satın alınmış olmuyor mu? Allah aşkına söyleyin: Sizler aklınızla mı, yoksa duygularınızla mı konuşuyorsunuz!?
Bir kadını, müta nikâhıyla evlenmek değil; böyle yobazların ve ne dediğini bilmezlerin sözleri ileri üzer.
5. Dâimî nikâhı tümden satın almaya, mütayı ise bir süreyle kiralamaya benzeten bu yaklaşımı; el-Cessâs dışında kimsede göremedim! Kadını bir eşyaya benzeten, onun onurunu tümden rencide eden bu sözleri; el-Cessâs gibi bir ilim adamına yakıştıramadım doğrusu! Hoş, el-Cessâs bu konuda kendisinden beklemediğimiz pekçok ilginç, akıl ve mantık dışı sözler sarfediyor! Ve bütün bu sözler, bilmem farkında mı, kendi ağırlığını hafifletiyor!
İşte; aklî ve sosyolojik delil diye ileri sürülen tüm iddiaların akıl-mantık ürünü olmadığı bütün çıplaklığıyla meydanda. Bunlar tamamen müta zaten haramdır ön yargısıyla yola çıkılmış, bütünüyle duygu ve his kokan yaklaşımlardır. Bunlar ortaya konurken, farkındaysanız, Allah ve Rasûlünün konumu tümden unutulmuştur! O halde akıl ve mantık değil, his ve taassup kokan bu sözleri aklî delil diye ileri sürmek, cidden ayıptır! Bu türden korkunç ve akıl-mantık dışı iddiaların temelinde, hiç kuşku yok, {Bir konuda ayet yada hadisler, alimlerimizin görüş ve ictihadlarına ters düşüyorsa; alimlerimizin görüş ve ictihadlarını alır, ayet ve hadislerin neshedildiği yada bir şekilde yorumlandığı kanâatine varırız!}(150) sakat mantığı yatıyor.
Oysa Allah (c) şöyle buyuruyor: {Allah ve Rasûlü bir konuyu hükme bağladığı zaman, iman sahibi ne bir erkek ve ne de bir kadın için, kendilerine ait o konuda tercih yapma imkânı yoktur. Kim Allah ve Rasûlüne isyân ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. (151)
{Hayır; rabbına yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hükmüne başvurup, sonra da senin verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadıkları ve tam bir teslimiyetle teslim olmadıkları sürece, asla iman edemezler.
* Hanefîler, Mâlikîler, Şâfiîler, Zâhirîler ve Hanbelîlerin bu kanaati benimsediklerinde kuşku yok. Gerçi es-Serahsî (V,152), Fahruddîn Qâdîhân (el-Fetâvâ:I,326), el-Merğînânî (III,247) gibi bazı Hanefî alimler, İmam Mâlike müta nikâhının cevazını isnâd etmişlerse de bu doğru değil. Bu isnâdın doğru olmadığını İbn Daqîq el-Iyd (İbn Hacer, el-Feth:XII,217; eş-Şevkânî,VII,228; Şemsülhaqq, Avnül-Mabûd:VI,84), İbn Hümâm (III,247), İbn Nüceym (el-Bahr:III,115) ve İbn Âbidîn (Reddül-Muhtâr:III,51) de söylüyor.
(1) Bu ayetleri konumuza aleyhte delil olarak ileri sürenler, galiba Rey Ekolünden olmaları hasebiyle, özellikle Hanefîlerdir. el-Cessâs (III,97,98), es-Serahsî (V,152), el-Kâşânî (II,272~273) ve el-Mavsılî (III,89) bunların başında yer alıyor. Basra kadısı Yahyâ b. Eksem (el-Halebî, es-Sîra:III,53) ile Fahruddîn er-Râzî (X,50,XXIII, 80) de bunlara katılmış, bir rivâyet ile Hz. Âişe de bu halkaya dahil edilmiş! (Rivâyet için bk. el-Beyheqî,VII,206~207; Hâkim:II,305,393 = Hâkim rivâyetin ardından Buhârî ile Müslimin şartlarına göre sahih diyor!) ayr. bk. Vehbe Zuhaylî,IX,57 * Bir önceki dipnota bk. (2) Ahkâmul-Qurân:III,1311 (3) Bu rivâyet II. Bölümde geçti. bk. s. 36 (4) Ahmed:IV,55; Müslim:nikâh,18; el-Beyheqî,VII,204 (5) Ebû Hanîfe, el-Müsned: h.n.272,273,276; Ebû Avâne, el-Beyheqî, VII,202; el-Cessâs,III,100 rivâyet ediyor. ayr. bk. İbn Hacer, XII,211; el-Aynî,XIV,254 (6) Ebû Hanîfe,271 (7) Ebûbekr el-Hâzimî rivâyet ediyor. bk. ez-Zeyle'î,III,179; İbn Hacer, XII,211; el-Ayni, XIV,254; İbn Hümâm,III,248; eş-Şevkânî,VII,229 (8) Taberânî ile el-Cessâs (III,101) rivâyet ediyor. el-Heysemî,IV,487 (9) Müslim: hac,162 (10) el-Beyheqî,VII,207 (11) İbn Mâce: nikâh,44 İsnâdının sahih olduğu söyleniyor. Buna benzer bir hadis için bk. İbnül-Qayyim,I,206 (12) Taberânî ile İbn Qâni rivâyet ediyor. bk. İbn Abdilberr,I,306; el-Heysemî,IV,489 (13) Ebû Yalâ, İshâq b. Râheveyh, İbn Hıbbân, el-Beyheqî (VII,207), et-Tahâvî ve talîq suretiyle el-Cessâs (III,100) rivâyet ediyor. bk. el-Heysemî,IV,486~487; ez-Zeyle'î,III,180; el-Aynî,XIV,254; İbn Hacer, XII,212; el-Qastalânî,VIII,35; eş-Şevkânî,VII,231 eş-Şevkânî isnadının hasen olduğunu söylüyor!!! (14) Taberânî rivâyet ediyor. bk. el-Heysemî,IV,489 (15) Taberânî rivâyet ediyor. bk. el-Heysemî,IV,489 (16) Taberânî rivâyet ediyor. bk. el-Heysemî,IV,490 (17) Taberânî rivâyet ediyor. bk. el-Heysemî,IV,487 (18) Ahmed:III,404~406; Müslim: nikâh,21,28; Dârimî: nikâh,16; İbn Mâce: nikâh,44; el-Beyheqî,VII,203 * bk. sh. 36~39 İbn Hacer (el-Feth:XII,210) Müta nikâhının Tebûk seferinde yasaklandığına dair İmâm Aliye izâfe edilen hadisin de hatalı olduğunu söylüyor. Çünkü senedinde ez-Zührînin yanısıra, ondan rivâyette bulunan İshâq b. Râşid el-Cezerî var. ez-Zührîden yaptığı rivâyetlerde hatalar yaptığı söyleniyor. bk. İbn Hacer, et-Taqrîb:I,69 ** II. Bölümün Sünnetten Deliller kısmına bk. (3. hadis) sh. 29 * Tedlîs: Rivâyet ettiği hadisin başkaları tarafından kabul görmesi için sened ve metinde oynama yapmak, anlamına gelen bir hadis deyimi. (19) ez-Zehebî,II,672; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,486~487 ** Genellikle kabul gören tanıma göre; Münker: Zayıf bir râvînin, siqa râvîlere aykırı biçimde rivâyet ettiği hadis. Şâzz ise: Siqa bir râvînin, diğer siqa râvîlere aykırı biçimde rivâyet ettiği hadis. * bk. 36~39 (20) bk. Buhârî:meğâzî,40,zebâih,28; Müslim:sayd,25 (21) bknz. İbn Sad,VI,368,VII,322; en-Nesâî, ed-Duafâ:240,266; ez-Zehebî, I,226,IV,265 (22) el-Heysemî,IV,488; ez-Zehebî,IV,184 (23) ez-Zehebî,II,484; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,420 (24) bk. ez-Zehebî,II,371~375; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,374; Davudoğlu, I,11,48 (25) İbn Hacer, el-Feth:XII,212; eş-Şevkânî,VII,229 (26) ez-Zehebî,III,262; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,77 (27) ez-Zehebî,II,310~311; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,349 (28) İbn Sad,V,237~238; el-Aynî,II,101,VIII,370 Amr el-Eşdaqın Abdullâh b. Zübeyrin Mekkede başlattığı bir ayaklanmayı bastırmak üzere, Yezîdin talimatıyla Mekke üzerine ordu sevketmesi; onun bu yaptıklarını eleştiren bir sahâbîye küstahça muamelesi... ile ilgili meşhur bir rivâyet için bk. Ahmed:IV,31~32; Buhârî:ilim,37,umre,40,meğâzî,53; Müslim:hac,446; Tirmizî:hac,1; Nesâî: menâsik,1 Bu canavar ruhlu adam bile Ehl-i Sünnet hadis hafızlarının siqa saydığı; Ahmed, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâcenin hadislerini tahric ettiği bir râvî!!! (bk. ez-Zehebî,III,262; İbn Hacer, et-Taqrîb: II, 76; el-Hazrecî, el-Hulâsa:244) * İsmâîl b. Ümeyyenin bir uydurmasını da az ilerde Sebra hadisinin tahlili sırasında göreceksiniz! (29) bk. Müslim: hac,160; Nesâî: hac,77; İbn Mâce: hac,42 (30) bk. Müslim: hac,161; Nesâî: hac,77 (31) bk. Müslim: hac,163; Nesâî: hac,77 (32) bk. Nesâî: hac,77 (33) bk. Nesâî: hac,77 (34) Zübeyd = İbn Sad,VI,309~310; ez-Zehebî,II,66; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,252; el-Aynî,I,318 Fudayl = ez-Zehebî,III,362; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,120 (35) bknz. en-Nevevi,VIII,167,203; el-Aynî,VIII,34; Davudoğlu,VI,420, 456 (36) ez-Zehebî,I,669 (37) ez-Zehebî,II,272 (38) sh. 28 (b şıklı hadisi) (39) sh. 28~29 (c şıklı hadisi) (40) sh. 33 (b ve c şıklı hadisler) (41) sh. 31 O hadiste geçen bir adamdan kastın II. Halife Ömer olduğu şüphesiz. bk. el-Aynî,VIII,42,XV,25; Davudoğlu,VI,463 (42) sh. 34~35 (43) {İki müta var ki; ...} ve {Üç şey var ki; ...} sözlerine bk. sh. 33~34 (44) sh. 31 (45) sh. 45~46 (Rabîa b. Ümeyye md.) (46) el-Muhâdarât:II,94ten naklen el-Emînî,VI,212 Yani, Ömerin Allah'ın Rasûlü (s) zamanında vardı şeklindeki tanıklığını kabul ederek bu nikâha helâl dedik; çünkü asıl huccet o! Ömerin icraatı ise kimseyi bağlamaz. demiş oluyor. (47) ez-Zehebî,I,9; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,46 (48) ez-Zehebî,I,193~194; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,71; el-Heysemî,IV,489 * Ebû Hürayranın hadiste hiçbir şekilde makbul birisi olmadığının ispatı için burası müsâit ve yeterli değil. Bilgi edinmek isteyenler Sahabenin Adaleti ve Ebû Hürayra adlı çalışmamıza bakabilirler. (49) İbn Sad,V,501; ez-Zehebî,IV,228~229; İbn Hacer, et-Taqrîb:II, 294~295 (50) İbn Sad,V,555; ez-Zehebî,III,90~93; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,34 (51) ez-Zehebî,III,92,IV,229 (52) İbn Hacer, el-Feth:XII,212 ayr. bk. el-Qastalânî, VIII,35 (53) bk. sh.41 ayr. bk. el-Heysemî,IV,489 (54) Yahyâ = ez-Zehebî,IV,396; İbn Hacer,et-Taqrîb:II,361; el-Heysemî, IV,489 İbn Lehîa = İbn Sad,VII,516; ez-Zehebî, II,475~483; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,417; el-Aynî,XV,23; es-Süyûtî, el-İsâf:47 (55) el-Heysemî,IV,490; Müslim: muqaddime,28; ez-Zehebî,IV,364; İbn Hacer,et-Taqrîb:II,349 * Ayrıntılı bilgi için bk. sh.26 (56) İbn Sad,VI,378; ez-Zehebî,II,270~274; İbn Hacer,I,337 Bizce bunun sorumlusu Şerîk olamaz. Çünkü Şerîk, İmam Aliye @ ve Ehl-i Beyte yakınlığıyla ve hayranlığıyla tanınmış bir râvî. Bunu onun tercüme-i hallerini anlatan kitaplara bakarak görmek pekâlâ mümkün. Böyle birisinden, böyle bir hadisi rivâyet etmesi beklenmez. el-Heysemî (IV,487) hadisin senedinde Şerîk dışında kimlerin yer aldığını söyleseydi, o zaman sorumluların kimler olduğuna bir açıklık getirebilirdik. (57) bk. el-Cessâs,IV,106,V,166; es-Serahsî, el-Usûl:I,368; el-Pezdevî, el-Usûl:III,736; Sadruşşerîa,II,442; en-Nesefî, Keşfül-Esrâr:II,31; İbn Hümâm, et-Tahrîr:II,295; M. Husrev,116; İbn Abdişşekûr,II,128 (58) Ebul-Huseyn el-Basrî,II,167; Ebû Yalâ,III,852; el-Ğazzâlî,I,171; el-Âmidî,II,282; İbn Qudâme,I,258; es-Süyûtî, et-Tedrîb:I,276; Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler:180; Ebû Rayye, Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması:399~400 (59) bk. Ahmed:III,405; Müslim:nikâh,19; Nesâî:nikâh,71; el-Beyheqî, VII,202 (60) bk. Ahmed:III,405; Müslim:nikâh,20; el-Beyheqî,VII,202 (61) bk. Saîd b. Mansûr,I,218; Ahmed:III,404,405; Müslim:nikâh,24~26; Ebû Dâvûd:nikâh,14; Dârimî:nikâh,16; el-Beyheqî,VII,204; el-Cessâs, III,100 (62) Ebû Hanîfe, h.n.275 Rivâyetin senedinde bu ismin yerine Abdullâh geçiyorsa da; oğlu Yûnusun da senedde bulunmasından ve Yûnus babası Abdullâhtan, o da Rabîdan... denmesinden bu sonuca vardık. Çünkü Yûnusun babası Abdullâh değil, Ebû İshâq es-Sebîîdir. (63) bk. Saîd b. Mansûr,I,217 (64) bk. Müslim: nikâh,22; el-Beyheqî,VII,202 (65) bk. Müslim: nikâh,23; el-Beyheqî,VII,202; el-Cessâs,III,100 (66) Abdülazîz, meşhur Ömer b. Abdilazîzin oğludur ve Ehl-i Sünnet alimleri tarafından genellikle siqa sayılır. Ama aynı zamanda hâfıza zayıflığına sahip olduğu; özellikle Leys gibi, ez-Zührî gibi hâfızaya sahip olmadığı da kabul ediliyor. (bk. ez-Zehebî,II,632; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,473; el-Aynî,XIX,235) Bu durumda şâzz saymak daha doğru olabilir. (67) bk. Müslim: nikâh,28; el-Beyheqî,VII,203 (68) bk. Saîd b. Mansûr,I,218; Ahmed:III,405; Müslim:nikâh,24; Dârimî: nikâh,16; el-Beyheqî,VII,204 (69) bk. Müslim:nikâh,26 (70) bk. Ahmed:III,404; Ebû Dâvûd:nikâh,14; el-Beyheqî,VII,204; el-Cessâs,III,100 (71) bk. Ahmed:III,404; Müslim:nikâh,25 (72) bk. Ahmed:III,404; Ebû Dâvûd:nikâh,14 * Sadece Saîd b. Mansûr ile el-Beyheqînin rivâyetlerinde Mekke fethinde deniyor. * bk. sh. 71~72 (73) bknz. el-Beyheqî,VII,204; ez-Zeyle'î,III,179; İbnül-Qayyim,II,183, IV,6; İbn Hacer, el-Feth:XII,211,212~213,214; el-Qastalânî,VIII,35; eş-Şevkânî,VII,230; Davudoğlu, Selâmet Yolları:III,271 (74) es-Süyûtî, Târîhul-Hulefâ:s.136~137; el-Emînî,VI,213 (75) el-Cessâs,III,102; er-Râzî,X,50 (76) es-Süyûtî, Târîhul-Hulefâ:s.136~137; el-Emînî,VI,213 (77) Saîd b. Mansûr,I,218; Ahmed:II,95,103~104 İsnadı sahih. (78) el-Beyheqî,VII,202,206,207; Taberânî (el-Heysemî,IV,488); el-Aynî, XIV,254; İbn Hacer,XII,211; el-Emînî,VI,208,X,63 (79) el-Cessâs,III,95~96 * bk. sh. 63 (80) el-Musannef: müta nikâhı bölümü * Bu rivâyet için bk. sh. 31 (81) İbn Sad,V,178~182; el-Aynî,I,42; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,22 (82) Zira Urve, daha önce bahsettiğimiz sâbıkalı İbn Şihâb ez-Zührî ile, her fırsatta bir araya gelip Hz. İmama sataşan ve ona olan düşmanlıklarını açığa vuran iki kafadar! Bu konuda güvenilir yollarla gelen pekçok rivâyet var. Özellikle Urvenin oğlu Yahyâ, Aliye ait güzel sıfatların, babası tarafından alay / eleştiri konusu yapılması karşısında hayretini gizleyemiyor! (İbn Ebil-Hadîd,IV,102) Mutezile ulemâsının en ileri gelenlerinden Ebû Cafer el-İskâfî, Urveyi, Muâviyenin hadis uydurmak için tuttuğu kişiler arasında sayar! (İbn Ebil-Hadîd,IV,63~64 İmam Ali aleyhine uydurduğu iki rivâyet için aynı yere bk. ) Abdullâh b. Abbâs da Urvenin yalancı birisi olduğunu îmâ edenlerden. ( İbn Sad,II,263 ) Ayrıca hemen herkes Mervân b. Hakemin ne mal olduğunu çok iyi bilir. İşte bizim(!) Urve, böyle bir yılanı hadis rivâyetinde adil/siqa sayıyor! (bk. İbn Abdilberr,III,428) Sorarım sizlere: Böyle bir Urveden neler beklenmez ki!? (83) Müta nikâhının haramlığına dair Kitaptan deliller başlığına bk. (84) İbn Ebî Şeybe, el-Musannef: müta nikâhı bölümü (isnadı sahih) (85) el-Cessâs,III,96 * Kazâ umresinden maksat, Mekke Devletinin engellemesi sonucu H. 6 tarihinde yapılamayıp ertesi sene kazâ edilen umredir. (86) Abdürrazzâq (bk. el-Aynî,XIV,254; İbn Hacer, XII,211; eş-Şevkânî, VII,229) ile Saîd b. Mansûr (I,217) sahih bir isnadla rivâyet ediyor. Hasen el Basrînin gözleri yukarıda geçen onlarca rivâyeti görmüyor anlaşılan! Mekkenin fethinde, Evtâs muhârabesinde mütaya izin verildiğini Ehl-i Sünnet alimleri de kabul ediyor ve Hasen el-Basrînin bu sözünün merdût olduğunu söylüyorlar. (en-Nevevî,IX,181) (87) İbn Sad,V,83; İbn Hacer, el-İsâbe:III,72, et-Taqrîb:I,458; es-Süyûtî, el-İsâf:26; el-Haffâcî, Nesîmür-Riyâd:III,33 (88) bk. Müslim:nikâh,27; el-Beyheqî,VII,205 (89) İbn Hacer, et-Taqrîb:I,241; el-Hazrecî,98 (90) Müslim:salât,6; İbn Sad,VII,453~454; ez-Zehebî,IV,177~178; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,278 (91) İbn Ebî Şeybe, el-Musannef: müta nikâhı bölümü (isnadı sahih) (92) İbn Sad:II,388~389; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,216; el-Aynî,I,53; es-Süyûtî, el-İsâf:37; el-Haffâcî,II,246; Bilmen,I,473 * bk. sh. 37~38 (93) ez-Zehebî,I,222; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,78~79; el-Aynî,VII,277 * bk. sh. 70~71 (94) el-Beyheqî (VII,207) sahih isnadla rivâyet ediyor. ayr. bk. İbn Hacer, el-Feth: XII,217; el-Qastalânî,VIII,36; eş-Şevkânî,VII,228 (95) Hanefîler = el-Cessâs,II,23; es-Serahsî,I,303; el-Pezdevî,III,948; Sadruşşerîa,II,499; İbn Hümâm,III,101; İbn Abdişşekûr,II,232; M. Husrev,228 Mâlikîler = el-Bâcî, el-Münteqâ:I,151,241,III,144,178, VII,116, el-İhkâm:407; İbn Hâcib,II,37 Hanbelîler = İbn Qudâme,I, 381; Âlü Teymiyye, el-Müsevvede:300; İbn Bedrân, el-Medhal:281 (96) bk. eş-Şîrâzî, et-Tebsıra:391; el-Âmidî,I,216; es-Sübkî,II,189; es-Süyûtî, el-İtmâm:72; Zekeriyyâ el-Ensârî, el-Ğâye:90 (97) el-Cessâs,III,102,103; es-Serahsî,V,152; el-Merğînânî,III,247; el-Kâşânî,II,273; el-Mavsılî,III,89; İbn Rüşd,II,48; en-Nevevî,VIII,170, IX,179,181; er-Râzî,X,50; ez-Zeyleî,III,181; İbn Hacer, el-Feth: XII, 216~217; İbn Hümâm,III,249; el-Qastalânî,VIII,36; Şemsülhaqq,VI, 84; ed-Düsûqî, Hâşiye aled-Derdîr: II,239; es-Sâbûnî, Tefsîru Âyâtil-Ahkâm:I,457; Vehbe Zuhaylî,IX,57 (98) Bu olay güvenilir, sahih isnadlarla rivâyet edilmiştir. bk. Hâkim, I,102,110; İbn Hazm, el-İhkâm:I,266,267; İbnül-Arabî, el-Avâsım: 76; el-Emînî,VI,294 (99) Yukarıdaki eserlerin yanısıra bk. İbn Hazm,IV,615 vd. el-Ğazzâlî,I, 191; el-Beydâvî,II,191 ayr. bk. İbn Nüceym,78; Mecelle: md.67 * Esasen Ehl-i Sünnet mektebinin aşağı yukarı ittifakla kesin huccet saydığı sarîh icmânın nasıl gerçekleşeceği de pek anlaşılır değil! Ahmed b. Hanbelin konuyla ilgili yaklaşımını, ilim ehli herkes bilir. (100) Bu olumlu yaklaşım başlıca şu alimlere ait: Ebû Hanîfe, eş-Şâfiî, Süfyân es-Sevrî, İbn Ebî Leylâ, Dâvûd ez-Zâhirî, İbn Hazm (bk. İbn Hazm, el-Fisal:III,246 krş. el-İhkâm:IV,629~630; İbn Teymiyye, el-Minhâc:III,20; el-Emîr es-Sanânî, el-Usûl:389), el-Ğazzâlî (I,183), el-Âmidî (I,194), el-Beydâvî el-İsnevî (II,205~206), el-Cüveynî (el-Buhârî, el-Keşf:III,958), Tâc es-Sübkî el-Mahallî (II,178,385), eş-Şîrâzî (el-Buhârî, a.y.; İbnül-Emîr el-Hâcc, et-Taqrîr:III,95), Ebül-Hattâb (İbn Qudâme,I,355), Zekeriyyâ el-Ensârî (el-Ğâye:89), Ebû Süfyân el-Hanefî (Âlü Teymiyye,297), Necmüddîn et-Tûfî (İbn Bedrân, en-Nüzhet:I,353), Hudarî Bey (Usûl-ü Fıqh:276) .... * Burada Ömer, hac aylarında umre yapmak anlamında hac mütasını değil, başlanmış bir haccı bozarak umreye çevirmek anlamında hac mütasını yasaklamıştır!... vb. savunmalar tümüyle yersiz ve yalandır. Bu savunmaların yersiz ve yalan olduğunu görmek isteyenler, Buhârînin, Müslimin ve diğer hadis kitaplarının hac bölümlerine, temettu bahislerine başvurabilirler. (101) Dönüşümlü nesh iddiaları için bk. İbnül-Arabî,I,389; İbn Kesîr:I, 474; en-Nevevî,VIII,169~170;IX,181; İbn Hümâm,III,247; el-Halebî, es-Sîra:III,53,119; Davudoğlu,VI,423,VII,236,IX,178 (102) bk. et-Tefsîr:X,52 (103) bk. sh. 41 (a şıklı rivâyet) (104) el-Beyheqî,VII,207; el-Cessâs,III,101; es-Serahsî,V,152; el-Kâşânî, II,273 vs. (105) el-Beyheqî,VII,207; Dâraqutnî, el-Hâzimî ve kısaca Abdürrazzâq rivâyet ediyor. bk. ez-Zeyle'î,III,180; el-Aynî,XVI,304; İbn Hacer, el-Feth:XII,216; el-Qurtubî ... (106) Daha önceki, Tebuk seferinde mütanın yasaklandığına ilişkin Ebû Hürayra rivâyetinin içinde geçiyor. bk. sh. 64 (107) İbn Ebî Şeybe ile el-Beyheqî (VII,207) sahih isnadla rivayet ediyor. ayr. bk. İbn Hacer, el-Feth:XII,216 (108) bk. İbn Âbidîn,I,487 * Zaten tefsir ve fıkıh ilimleri tedvîn edilmeden, müstakil bir bilim dalı haline gelmeden önce, yani sahabe ve tâbiîn dönemlerinde nesh kavramı, hem tahsis hem de tamamen ortadan kaldırma anlamında kullanılıyordu. Meseleye böyle yaklaşıldığında ortada hiçbir sorun kalmıyor. (109) ez-Zehebî,IV,200 (110) bk. sh.78 (111) ez-Zeyle'î,III,180 (112) en-Nevevî,IX,179; İbn Hümâm,III,247 (113) bk. ed-Derâriyyül-Mudıyye:II,56 (114) Sadece Zâhirîler Kuranın haber-i vâhid ile de neshedilebileceğini kabul ediyor. Ayrıntılı bilgi için bk. Ebul-Huseyn el-Basrî,I,392; es-Serahsî,II,67; el-Pezdevî,III,895; Sadruşşerîa,II,486; eş-Şîrâzî,264; Ebû Yalâ,III,788; el-Bâcî,350; İbn Hazm,IV,518; el-Ğazzâlî,I,124; el-Âmidî,III,138; İbn Hâcib,II,197; İbn Qudâme,I,223; el-Beydâvî,II, 38; Âlü Teymiyye,183; İbn Hümâm,III,64; es-Sübkî,II,78; M. Husrev, 201; İbn Abdişşekûr, II,78; Mahmud Esad, Telhîs-i Usûl-i Fıqh:292 * Zâhirîlerin görüşüne göre de mümkün değil; çünkü haber-i vâhid olan Sebra hadisinin hemen her şeye aykırı, şâzz bir rivâyet olduğunu yerinde gördünüz. (115) el-Cessâs,III,102,103; es-Serahsî,V,152; el-Merğînânî,III,247; el-Mavsılî,III,89; er-Râzî,X,50~51; ed-Dimaşqî, Rahmetül-Ümme:II,81; eş-Şarânî, el-Mîzânül-Kübrâ:II,107 * Ebûbekr el-Bâqıllânî ile Qâdî Iyâd bu kanaatte. Qâdî Iyâd üstelik, Alimlerimize göre esahh = en doğru görüş bu. diyor. bk. en-Nevevî, IX,181~182 (116) Ayrıntılı bilgi için bk. Ebul-Huseyn el-Basrî,II,38,54; es-Serahsî,I, 319, el-Mebsût,XIII,5; el-Pezdevîel-Buhârî,III,967; Sadruşşerîa,II, 507; eş-Şîrâzî,378; el-Bâcî,425; İbn Hazm,IV,560; el-Ğazzâlî,I,203; el-Âmidî,I,233; İbn Hâcib,II,41; İbn Qudâme,I,376; Âlü Teymiyye, 291~292; el-Kâşânî,II,95,IV,130,VII,15; İbn Hümâm,III,88, el-Feth: VII,302; es-Sübkî,II,186; en-Nevevî,IX,181; İbn Abdişşekûr,II,226 (117) Ehl-i Sünnet mektebinin bütün mezhebleri bu kuralda ittifak etmiş durumdalar. Sadece Hanefîlerden Îsâ b. Ebân ile Zâhirîlerden İbn Hazm İcmâ ile nesh câizdir derken, icmânın dayandığı delillerle neshin mümkün olabileceğini ifade ediyorlar. Bu durumda ihtilaf kavram kargaşasından öte geçmiyor. Yine Hanefîlerden Fahrulislâm el-Pezdevî icmâ yalnız icmâ ile neshedilebilir! gibi gülünç bir iddiada bulunuyor ve kimsenin ilgisini çekemiyor! bk. Ebul-Huseyn el-Basrî,I,400; es-Serahsî,II,66; Sadruşşerîa,II,487; el-Pezdevî-el-Buhârî, III,896,982; el-Bâcî,361; İbn Hazm,IV,530; Ebû Yalâ,III,826; el-Ğazzâlî,I,126; el-Âmidî,III,144; İbn Hâcib,II,198; İbn Qudâme,I,229; el-Beydâvî,II,170; en-Nesefî,II,85; Âlü Teymiyye, 202; İbn Hümâm,III,67; Molla Husrev,202; İbn Abdişşekûr,II,81; M. Esad, Telhîs:293; Bilmen,I,99 (118) Fethul-Qadîr:III,247 (119) sözleri için bk. s. 28~29,31~34 (120) et-Taberî ile es-Süyûtînin tefsirlerine; ilgili ayetin tefsirine bk. (121) Irbâd b. Sâriyeden sahih isnadla rivâyet ediliyor. bk. Ahmed:IV, 126,127;Dârimî:muqaddime,16; Ebû Dâvûd:sünnet,5; Tirmizî:ilim,16; İbn Mâce:muqaddime,6; Hâkim,I,95~98 (122) a. Huzeyfe b. Yemân hadisi: Ebû Hanîfe,h.n.366; İbn Sad,II,334; Ahmed:V,382,385,399,402; Tirmizî:ilim,16; İbn Mâce:muqaddime,1; Hâkim,III,75 b. Abdullâh b. Mesûd hadisi: Ebû Hanîfe,h.n.365; Tirmizî: menâqıb, 37; Hâkim,III,75~76 * Şimdi bu konuyu detaylıca açmanın sırası değil. Ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler Sahabenin Adaleti ve Ebû Hürayra adlı eserimize baş vurabilirler. * Allah'ın Rasûlü (s), kızı Fâtıma ez-Zehrâ ve oniki imam, ondört masûm olarak bilinir. (123) Konunun ayrıntılı biçimde ele alınması için yerimizin şimdi uygun olmadığı malum. Ancak sadece oniki imam ile ilgili olarak Başınızda oniki halife olduğu sürece, bu din ayakta kalacaktır. mealli hadis için şu kaynaklara bakılabilir: a. Abdullâh b. Mesûd : Ahmed:I,398,406; İbn Kesîr,II,32 b. Câbir b. Semura : Ahmed:V,86~90,92~101,106~108; Buhârî: ahkâm,52; Müslim:imâra,5~10; Ebû Dâvûd:mehdî,1; Tirmizî:fiten,48 Oniki imamı kabule bir türlü yanaşmayanlar, hadiste geçen oniki halifenin kimler olduğu konusunda bocalayıp duruyorlar! İsterseniz hadisin yorumlarına bakın! (124) bk. el-Münâvî, Feydul-Qadîr:III,15; el-Heytemî,150,228 (125) bk. İbn Sad,II,194; Ahmed:III,14,17,26,59,IV,366~367,371,V,182, 189; Dârimî:f.Qurân,1; Müslim:f.sahâbe,36,37; Nesâî, el-Hasâis, h.n. 76; Tirmizî:menâqıb,31,32; Hâkim,III,109,148,533 Gayet sahih isnadlarla gelen bu hadisin daha detaylı tahrici ve yorumu için {Hadislerle Hz. Ali = el-Hasâis Tercüme Ve Şerhi} adlı eserimize; 76 nolu hadisin açıklamasına bakınız. (126) a. Huzeyfe hadisi: İbn Sad,II,334; Ahmed:V,385,399,402; Hâkim, III,75 b. İbn Mesûd hadisi: Ebû Hanîfe,h.n.366; Tirmizî:menâqıb,37; Hâkim,III,75~76 Bu konuda Enes b. Mâlikten de bir rivâyet var. (127) bk. ez-Zehebî,II,660; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,482 (128) bk. İbn Hazm, el-Fisal:IV,108; el-Münâvî,II,56; el-Hût el-Beyrûtî, Esnâl-Metâlib:48 (129) İbn Hacerin bu şahıs için makbul birisi demesi onun kimliğini ve kişiliğini anlamamız için yeterli değil! Zira bu adamdan, yukarıda sözünü ettiğimiz Abdülmelik b. Umeyrden başka hiç kimse rivâyette bulunmamış! Onun da durumu malum! (bk. ez-Zehebî,IV,317; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,330 (130) ez-Zehebî,II,112 (131) İbn Sad,VI,380; ez-Zehebî,IV,381; İbn Hacer, et-Taqrîb:II,356 (132) ez-Zehebî,I,254; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,86; eş-Şevkânî,III,98 (133) ez-Zehebî,I,20; İbn Hacer, et-Taqrîb:I,47 (134) ez-Zehebî,II,517,IV,525 (135) ez-Zehebî, et-Telhîs:III,76; el-Münâvî,II,57; el-Hût,48 (136) Şerhut-Tecrîd:484ten naklen Cafer Sübhânî, el-İlâhiyyât:II,200 (137) bk. Ebul-Huseyn el-Basrî,II,242; eş-Şîrâzî,524; es-Serahsî,II,91; el-Pezdevî,III,929; el-Ğazzâlî,II,355; Qâdî Iyâd, eş-Şifâ:IV,57~59; İbnül-Arabî,I,282; er-Râzî,VIII,149; el-Âmidî,IV,440; İbn Hâcib,II, 292; en-Nevevî,I,241; el-Beydâvî,III,289; Sadruşşerîa,II,454; es-Sübkî,II,387; İbn Hümâm,III,294; M. Husrev,209; İbn Abdişşekûr, II,366; Mahmud Esad,301 (138) es-Serahsî,XVI,84; el-Ğazzâlî,II,382; el-Âmidî,IV,429; İbn Qudâme, II,447, el-Muğnî:XI,406; el-Kâşânî,I,121,VII,14; el-İsnevî,III,326; İbn Hümâm,III,335; İbn Nüceym,53; es-Süyûtî,101; İbn Abdişşekûr,II, 395; Mecelle: md.16 (139) bk. el-Cessâs,III,97,98~99; er-Râzî,X,50; es-Sâbûnî,I,458 (140) el-Kâşânî,II,273; Elmalılı,II,1327~1328; es-Sâbûnî,I,459; Vehbe Zuhaylî,IX,58 (141) el-Cessâs,III,97; es-Sâbûnî,I,459; Vehbe Zuhaylî,IX,58 (142) İbn Ebî Şeybe, el-Musannef : müta nikâhı bölümü; el-Cessâs,III, 95~97 Bunlardan bazılarının sözleri için bk. s.88~89,91,93 (143) el-Cessâs,III, 102~103 (144) bk. İbn Abdilberr, el-Kâfî:229; İbn Qudâme,VII,334; el-Kâşânî,II, 228; İbn Hümâm,III,187; el-Huraşî, Şerhu Muhtasaril-Halîl:III,165; İbn Âbidîn,III,6; Bilmen,II,41~44; Davudoğlu,VII,210 (145) İki taraf razı olduktan sonra, azlin caiz olduğunda tam bir ittifak var. bk. Hanefîler = Qâdîhân,III,410; el-Merğînânî,III,400,X, 38; el-Kâşânî,II,334,V,126; İbn Hümâm,III,400; el-Aynî,XVI,396; İbn Âbidîn,III,175; Davudoğlu,VII,338~339 Mâlikîler = İbn Abdilberr, 257; el-Bâcî,IV,142; el-Huraşî,III,225 Şâfiîler = eş-Şîrâzî, et-Tenbîh: 159; en-Nevevî,X,9 Hanbelîler = İbn Qudâme,VIII,133 vd.; İbnül-Qayyim,IV,16~18; el-Hıcâvî, el-İqnâ:III,240 İmâmiyye = Şehîd-i Sânî,II,68; Muhaqqiq el-Hıllî,II,214; Muhaqqiq Fâdıl el-Âbî,II,107; İmam Humeynî,II,242 ayr. bk. eş-Şevkânî,VII,290; Vehbe Zuhaylî,IX,85 (146) el-Cessâs,III,96 (147) el-Cessâs,V,24 ayr. bk. er-Râzî,XX,197~199 * Husün ve Kubuh aklî midir, şerî midir? Yani bir şeyin güzel ve çirkin, iyi ve kötü olduğu akıl ile mi bilinir, yoksa şerî hükümlerle mi? Bu çok detaylı ve kelam ilminin en zevkli ve önemli konularından birisi. Başlıca iki görüş var bu konuda: 1. Aklîdir : Yani bir şeyin iyi yada kötü olduğu akıl ile bilinir. Akıl o şeyin iyi mi, yoksa kötü mü olduğuna karar verebilir. Allah bir şeyi emretmişse; o şey aslında güzel bir şey olduğu için emretmiştir. Bir şeyi de yasaklamışsa; o şey zaten kötü olduğu için yasaklamıştır. Ehl-i Beyt mektebi, Mutezile mektebi ve içlerinde el-Cessâsın da yer aldığı; Ehl-i Sünnet mektebinin büyük bir kesimi bu kanaatte. Hiç kuşku yok; doğrusu da bu. 2. Şerîdir : Yani bir şeyin iyi yada kötü olduğu akıl ile bilinmez. Akıl o şeyin iyi mi, yoksa kötü mü olduğuna karar veremez. Akıl bu işten anlamaz! Bir şey Allah tarafından emredildiği için iyi, yasaklandığı için kötüdür! Yani o şey emredildiği için iyi ve güzel, yasaklandığı için de kötü ve çirkin olmuştur! Kuranın ruhuna ve akla tamamen aykırı olan bu görüşü ise; Ehl-i Sünnet mektebinin Eşarî ekolü benimsiyor. Konu hakkında hem kelâm, hem de usûl-ü fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerinden yararlanılabilir. Örnek olarak bk. Sadruşşerîa,I,328 vd.; el-Ğazzâlî,I,55 vd., el-İqtisâd:73 vd.; el-Âmidî, el-İhkâm:I,72 vd., el-Ğâye: 233 vd.; Adud el-Îcî, el-Aqâidül-Adudiyye:II,209 vd.; el-İsnevî,I,38 vd.; İbn Hümâm,II,89 vd., el-Müsâyera:151 vd.; İbn Abdişşekûr,I,25 vd.; Seyyid Bey, Usûl-ü Fıqh:II,211 vd.; M. Rızâ Muzaffer, Usûl-ü Fıqh:I,195 vd.; Cafer Sübhânî,I,231 vd. el-Cessâs, O gün zina değildi; sonra zina oldu! derken; bu konuda kendi çizgisinin dışına çıktığının farkında mıdır; bilmem! (148) ez-Zehebî,IV,489 İbn Hacerin makbul demesi (et-Taqrîb:II,400); Ebû İshâq üzerindeki sis perdesini kaldırmaya yetmiyor maalesef! (149) el-Cessâs,III,95; el-Qurtubî,V,132 (150) Oruç ile ilgili bir görüşünden (bk. el-Kâşânî,II,90,100 vb.) dolayı Ebû Yûsufa dayandırılan bu sakat yaklaşım, Ebul-Hasen el-Kerhî tarafından prensipleştirilmiş, el-Hâdimî (Mecâmiul-Haqâiq:305; el-Berîqa:I,86,120,324,III,327,IV,74), İbn Âbidîn (Tenqîhul-Fetâvâl-Hâmidiyye:II,333), Mahmûd Esad (Telhîsu Usûl-i Fıqh:508) vb. son dönem taklidçi Hanefî alimleri tarafından harâretle savunulmuş! (Konunun genişçe bir münâkaşası için bk. Seyyid Bey, Usûl-ü Fıqh: I, 299~304) Teorik olarak sayılı kişilerce dile getirilen bu prensip, ne yazık ki, pratikte hemen herkes tarafından kabul görmüş, kitlelere mal olmuş! (151) Ahzâb sûresi: 36 (152) Nisâ sûresi: 65
|
|
http://elMizanTefsiri.tripod.com |