Mizan Tefsiri, Cilt:5 |
Nisâ Sûresi 170-175 ........................................................ 255 c:5
170- Ey insanlar! Resul size, Rabbinizden hak üzere geldi. Öyleyse inanın, bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ındır. Allah (her şeyi) bilendir, hikmet sahibidir.
171- Ey Ehlikitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisidir, O'nun Meryem'e attığı kelimesidir ve O'ndan bir ruhtur. Şu hâlde Allah'a ve peygamberlerine inanın, (Allah) üçtür demeyin; (bundan) vazgeçin, bu sizin için daha hayırlıdır. Allah, ancak bir tek Tanrı'dır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.
172- Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de Allah'a yakınlaştırılmış melekler. Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, (bilsin ki) O, onların hepsini kendi huzuruna toplayacaktır.
173- İnanıp iyi işler yapanlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara lütfunu daha da artıracaktır. Kulluk etmekten çekinenleri ve büyüklük taslayanları ise, acı bir azapla azaplan-dıracaktır. Onlar kendileri için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulacaklardır.
174- Ey insanlar! Rabbinizden size kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur (Kur'ân) indirdik.
175- İşte Allah'a inanıp O'na sımsıkı tutunanları, kendi katından bir rahmetin ve lütfun içine alacak ve onları kendisine (varan) doğru bir yola iletecektir.
Ehlikitab'ın, Peygamberden (s.a.a) kendilerine gökten bir kitap indirmesini istemelerine, Allah'ın elçisinin ancak Rabbinin katından hak esaslı bir mesaj getirdiği, onun Rabbinin katından getirdiği kitabın kuşku içermeyen kesin bir kanıt olduğu belirtilerek cevap verilmesinden dolayı, yüce Allah'ın bu noktada bütün insanları, peygamberlerine ve kitabına inanmaya davet etmesi, yerinde ve ayetlerin akışının ruhuna uygun bir ifade tarzıdır. Bu açıklamalar çerçevesinde, bütün peygamberlerin -bu meyanda İsa'nın da adı zikrediliyor- aynı yasaya tâbi oldukları, bu
256 .................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân c.5
yasanın parça ve çerçevesinin birbirinin benzeri olduğu vurgulanıyor. Buna kİsaca, Allah'tan vahiy alma yasası demek mümkündür. Işte bu açıklamanın doğal bir sonucu olarak, özelde kitap ve vahiy ehli olan Hıristiyanların şöyle bir inanca davet edilmeleri uygun görülmüştür: Dininizde aşırılığa kaçmayın ve diğer muvahhid -Allah'ın birliğine inanan- müminlere katılın. Kendinizin de onlar gibi diğer peygamberler hakkında Allah'ın kulları ve elçileri olduğu yönündeki inancınızın aynısıyla, İsa'nın da hakkında inanın. Ardından yüce Allah, bunun bir adım ötesinde, bütün insanları Resulü'ne (s.a.a) inanmaya davet ediyor. Çünkü, "Biz Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettigimiz gibi, sana da vahyettik..." ayetinde ilkönce o hazretin elçiliğinin doğruluğunu açıklığa kavuşturmuştu. [Peygamberin elçiliği doğrulandıktan sonra da bütün insanları ona inanmaya davet etmeye başladı.] Ardından İsa (a.s) hakkında aşırıya gitmemeleri çağrısında bulunuyor. Çünkü önceki bölümde işaret edilen ayetler kapsamında açıklanan ikinci husus da budur. Bunun da ardından kitabına, yani Kur'ân'a uymaya davet ediyor. Ki şu ayetin kapsamında açıklanan son husus da budur: "Fakat Allah, sana indirdigine şahitlik eder; onu kendi bilgisiyle indirmiştir..."
"Ey insanlar! Resul size, Rabbinizden hak üzere geldi. Öyleyse inanın, bu sizin için daha hayırlıdır." Bu hitap, Ehli-kitap'la birlikte tüm insanlara yönelik genel bir hitaptır ve Ehlikitab'a yönelik önceki açıklamanın bir devamı niteliğindedir. Hitabın bu şekilde genel tutulması, mesajın evrensel niteliğinden kaynaklanmaktadır. Mesaj ise, Resule inanmaktır. Ayrıca Resulün üstlendiği rİsalet misyonu da bir kavimle sınırlı olmayıp geneldir. "bu sizin için daha hayırlıdır." ifadesi, cümle içinde "âminû=ina-nın" kelimesiyle ilintili lazım hâldir [sahibinden asla ayrılmayan bir niteliktir]. Yani, öyle bir iman ki, onun ayrılmaz bir özelliği de sizin için yararlı olmasıdır.
"Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz göklerde ve yerde olanların tümü
Nisâ Sûresi 170-175 ................................................. 257
Allah'ındır." Yani, eğer inkâr ederseniz, küfrünüzün size olumlu bir katkısı, artıracağı bir şey olmayacaktır ve Allah'tan da herhangi bir şey eksiltmeyecektir. Çünkü göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ındır. Dolayısıyla bir kimsenin O'nun mülkünden bir şey eksiltmesi mümkün değildir. Göklerde ve yerde olan her şey öz doğası gereği ortağı olmayan Allah'a ait olduğunu göstermektedir. [Her varlık varlığını O'ndan aldığını, O'nun mülkü olduğunu, sadece O'- na ait olduğunu kendince bilir.] Dolayısıyla her şeyin varolmasıyla Allah'ın mülkü olması arasında hiçbir fark yoktur; her varlık aynı zamanda Allah'ın mülküdür de. Şu hâlde, kendisi de o mülkün bir parçası olan bir şey, Allah'ın mülkünden bir şey alıp eksiltebilir mi? Bu ayet, meseleyle ilgili oldukça kapsamlı ve kuşatıcı bir ifadeye sahiptir. Üzerinde düşünüldükçe, derinliğine etüt edildikçe anlamının incelikleri daha bir belirginleşir, açıklamasının genişliği akıllara durgunluk veren bir boyuta ulaşır. Buna göre, Allah'ın eşya üzerindeki kuşatıcı egemenliği ve bu egemenliğin sonuçları, etkileri bağlamında küfür, iman, itaat ve isyan kavramları olanca incelikleriyle netliğe kavuşurlar. Daha fazla anlamsal boyutları kavramak için, bu ayet üzerinde daha fazla düşünmek gerekiyor.
"Ey Ehlikitap! Dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin." Ayetin Hz. İsa (a.s) ile ilgili bir hususa değinmesini bir ipucu olarak ele alırsak, hitabın Hıristiyanlara yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Ortak bir nitelik olarak "Ehlikitap" şeklinde bir ifadenin yalnızca Hristiyanlar hakkında kullanılmış olması ise, şu mesajı vermeye yöneliktir: Ehlikitap adını almış olmaları, Allah'ın çizdiği ve kitabında açıkladığı sınırları aşmamalarını gerektirmektedir. Açıkladığı konulardan biri de, gerçekle ilgisi olmayan şeyleri Allah hakkında söylememelerinin, ancak gerçeği O'nun hakkında söylemelerinin gerektiğidir.
Hitabın hem Yahudilere, hem de Hıristiyanlara yönelik olduğu da söylenebilir. Çünkü Yahudiler de tıpkı Hıristiyanlar gibi dinlerinde taşkınlık yapıyorlardı, aşırı gidiyorlardı ve Allah hakkında gerçekle ilgisi olmayan şeyler söylüyorlardı. Nitekim yüce Allah bu
258 ................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân c.5
hususta şöyle buyurmaktadır: "Yahudiler, Üzeyr Allah'ın ogludur, dediler." (Tevbe, 30) "(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hıristiyanlar da) rahiplerini... Rabler edindiler." (Tevbe, 31) "De ki: Ey Ehlikitap, bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin... Allah'ı bırakıp da bazılarımız bazılarını Rabler edinmesin." (Âl-i Imrân, 64) Buna göre, "Meryem oglu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisidir..." sözü, ayetin akışı içinde genel anlatımın ardından özele indirgenmiş bir anlatımdır. Burada, muhataplar içindeki belli bir gruba özgü özel bir yükümlülüğe dikkat çekilmiştir. Fakat ayetin akışının zahiri bu yorumu ihtimal dışı bırakıyor. Çünkü ayetin zahiri, "Meryem oglu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisidir." sözünün, "Dininizde aşırı gitmeyin." ifadesinin gerekçesi olmasını gerektirmektedir. Bu da özel olarak hitabın Hıristiyanlara yönelik olduğunu gösterir. Sonra "Mesih" yani kutsal nitelemesinin ardından, "Meryem oğlu İsa" sözüne yer verilerek niteleme isim ve ana ismiyle açıklığa kavuşturuluyor. Ki niteleme farklı bir anlama yorumlanmasın ve bu, onun bir anadan doğan herhangi bir insan gibi yaratıldığının kanıtı olsun.
"O'nun Meryem'e attıgı kelimesidir." ifadesi, "kelime"nin anlamı- nın açıklaması konumundadır. Çünkü o kelime, bakire Meryem'e ilka edilen [ve yaratma kelimesi olan] "Ol" kelimesidir. Onun varoluşunda, evlilik ve baba gibi normal sebepler rol oynamamışlardır. Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor: "Bir işin olmasına karar verdi mi yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir." (Âl-i Imrân, 47) Şu hâlde, her şey yüce Allah'ın kelimesinden ibarettir; ancak diğer varlıklar normal sebeplerle iç içedirler. İsa'nın "kelime" olarak isimlendirilmek suretiyle belirginleşen ayrıcalığı, doğumunda bazı normal ve doğal sebeplerin rol oynamamış olmasından kaynaklanmaktadır. "ve O'ndan bir ruhtur." Ruh, emirdendir [emir âlemindendir]. Allah şöyle buyuruyor: "De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir." (Isrâ, 85) İsa, tekvinî=varoluşsal "Ol" kelimesi olduğuna ve bu kelime de emir âleminden olduğuna göre,
Nisâ Sûresi 170-175 .................................................. 259
İsa ruhtur. Tefsirimizin üçüncü cildinde, İsa'nın yaratılışını incelerken bu ayetle ilgili açıklamalara da yer verdik.1
"Şu hâlde Allah'a ve peygamberlerine inanın, (Allah) 'üçtür' demeyin; (bundan) vazgeçin, bu sizin için daha hayırlıdır. Allah, ancak bir tek Tanrı'dır." Bu ifade, "Mesih sadece..." diye başlayan ifadeyle gerekçelendirilen ayetin giriş cümlesindeki konunun ayrıntısı niteliğindedir. Demek isteniyor ki: Gerçek durum bundan ibaret olduğuna göre, sizin bu şekilde inanmanız gerekir; Rab olarak Allah'a ve aralarında İsa'nın da bulunduğu elçilerin sundukları rİsalete inanmanız lâzım gelir. Allah üçtür demekten vaz geçin. Çünkü böyle demekten vazgeçmeniz yahut Allah'a ve elçilerine inanmanız ve "teslis" iddiasını olumsuzlamanız sizin yararınızadır. "Üç"ten maksat, baba, oğul ve kutsal ruhtan (Ruh-ul Kudüs) oluşan üç uknumdur. Âl-i Imrân suresinde Hz. İsa'yla ilgili olarak nazil olan ayetleri tefsir ederken bu meseleyle ilgili ayrıntılı açıklamalar sunduk.2
"O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nundur." Bu ifadenin orijinalinde geçen "subhan" kelimesi, takdirde bulunan bir fiilin mutlak mef'uludur ve ifadenin orijinalinde geçen "en yekûne" kelimesi de onunla ilintilidir. Bu da, cer verenin ortadan kaldırılması sonucu mansup olmuştur. Dolayısıyla ifadenin açılımı şöyledir: "O'nu çocuk sahibi olmaktan ulularım, O'nu tenzih ederim." Bu hâliyle cümle, Allah'ın ululuğunu vurgulama amacıyla baş vurulmuş bir ara ifade niteliğine sahiptir. "Göklerde ve yerde olanların tümü O'nundur." cümlesi, ayet içinde gramer açıdan hâl fonksiyonunu icra ediyor ya da yeni bir anlatımın başlangıcıdır. Her hâlükârda yüce Allah'ın çocuğunun olmasını olumsuzlama amaçlı bir rettir. Çünkü çocuk, her ne şekilde tasavvur edilirse edilsin, özü itibariyle bir parçası olduğu ba- ------- 1- [c.3, s.292, Âl-i Imrân, 45] 2- [c.3, s.420, Âl-i Imrân, 79-80]
260 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân c.5
banın bir benzeridir. Göklerde ve yerde olan her şey özü ve etkinliği itibariyle Allah'ın mülküdür. Allah, her şeyin yönetimini elinde bulundurmakta ve egemenlik sadece O'na aittir. Şu hâlde bu varlıklardan hiçbir şey O'nun benzeri değildir. Dolayısıyla O'nun çocuğu da yoktur.
İfade, varlıklar âleminde, yüce Allah'tan başka her şeyi kapsayıcı genelliğe sahiptir. Bu da, "Göklerde ve yerde olanlar..." ifadesinin, Al-lah'tan başka her şeyi ifade etmeye yönelik bir kinaye olmasını gerektirmektedir. Çünkü göklerle yerin kendisi de bu kapsama girer. Oysa gökler ve yer, göklerde ve yerde olanlardan değil, onların kendileridir.
Öte yandan, ayetin içerdiği emir ve yasak, onlar açısından dünya ve ahiret iyiliğini gösteren genel bir yol göstericilik işlevini görmektedir. Bu yüzden ifadenin sonunda şu cümleye yer verilmiştir: "Vekil olarak Allah yeter." Yani Allah, işleriniz üzerindeki yönetici- velinizdir. Hayatınızı O düzenleyip, yönlendirmektedir. Sizi, sizin için daha iyi olana iletir; dosdoğru yola davet eder sizi.
"Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de Allah'a yakınlaştırılmış melekler." Bu ifade Mesih'in (a.s) tanrılığını olumsuzlayan bir diğer kanıt. Ister oğul, isterse üçün üçüncüsü şeklinde tasavvur edilsin, onun tanrİsal bir özelliği yoktur. Çünkü Mesih, Allah'ın kuludur, hiçbir zaman O'na kul olmaktan ve O'na kulluk etmekten çekinmez. Hıristiyanlar da bu gerçeği inkâr etmiyorlar. Bu gün onların elinde bulunan Incillerde, Mesih'in Allah'a ibadet ettiği açıkça ifade edilmektedir. Oysa tanrıyla aynı nitelikte olan oğlun ibadetinin ne anlamı vardır? Bir kimsenin kendisine ya da üçten biri olanın varlık olarak hepsine denk düştüğü üçlüye ibadet etmesi anlamsızdır. Hz. İsa (a.s) ile ilgili konularda bu kesin kanıt hakkında geniş bilgiler sunduk.
"ne de Allah'a yakınlaştırılmış melekler..." Bu, hükmün melekleri de kapsayacak şekilde genelleştirilmesine dönük bir ifadedir. Çünkü bu kanıt İsa gibi onlar hakkında da geçerlidir. Bazı müşrik toplulukları -Arap müşrikleri gibi- onların Allah'ın kızları olduk-
Nisâ Sûresi 170-175 .................................................. 261
larını ileri sürüyorlardı. Buna göre bu cümle, söz gelişi yani söz sözü getirir sanatına örnek oluşturmaktadır. "Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de Allah'a yakınlaştırılmış melekler." ifadesinde, Hz. İsa'nın (a.s) "Mesih=kutsal", meleklerin de "mukarrebîn=yakınlaştırılmış" olarak nitelendirilmiş olması, sıfat anlamını içeriyor olmaları hasebiyle konunun nedenine ve gerekçesine işaret etmektedir. Demek isteniyor ki: İsa, Allah'a ibadet etmekten çekinmez. Nasıl çekinsin ki, o kutsal Mesih'tir. Yaklaştırılmış melekler de öyle! Eğer kul olmaktan çekinmeleri ihtimali olsaydı, Allah onu (İsa'yı) kutsamaz, onları (melekleri) da yakınlaştırmazdı. Yüce Allah, bir yerde Mesih'i de "yaklaştırılmış" olarak nitelendirir: "Dünyada da, ahirette de onurlu, saygın ve Allah'a yakınlaştırılanlardandır." (Âl-i Imrân, 45)
"Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, (bilsin ki) O, onların hepsini kendi huzuruna toplayacaktır." Bu ifade, Mesih ve meleklerle ilintili hâl cümlesi konumundadır. Öbür yandan, önceki yargıyı da gerekçelendirmektedir. Demek isteniyor ki: Mesih ve yakınlaştırılmış melekler, nasıl kul olmaktan çekinirler? Oysa O'na kul olmaktan çekinenler, O'na ibadet etmekten kaçınan insanlar, cinler ve melekler, topluca O'nun huzuruna geleceklerdir. Yapıp ettiklerinin karşılığını eksiksiz alacaklardır. Gerek Mesih, gerekse melekler bunu bilirler, buna inanırlar ve bu tür olumsuz bir akıbete düşmemek için korunurlar.
"Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa..." ifadesinin, "İsa ve yakınlaştırılmış meleklerin O'na ibadet etmekten çekinenlerin O'nun huzurunda toplanacaklarını bilirler." anlamında olduğunun kanıtı, "büyüklük taslarsa..." sözüdür. Bu sözle, "Kim... çekinirse" ifadesi kayıtlandırılmıştır. Çünkü kulluk sunmaktan çekinme, büyüklük taslamaktan kaynaklanmıyorsa -cahillerin ve mustazafların durumunda olduğu gibi- tek başına ilâhî gazabı gerektirici olmaz. Mesih ve meleklerse, şayet kulluktan çekinirlerse, bu tavırları ancak büyüklük taslamaktan ileri gelebilir. Çünkü onlar Rablerinin yüce konumunu bilirler. Bu yüzden, ifadenin onlarla ilgi-
262 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân c.5
li kısmında, sadece "kulluktan çekinme"den söz edilmiş [ve şöyle buyrulmuştur: "Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de Allah'a yakınlaştırılmış melekler."] Dolayısıyla bu ifadenin, "Kim O'- na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa..." cümlesiyle gerekçelendirilmesi, onların O'na ibadetten çekinenlerin, O'nun huzurunda toplanacaklarını bildikleri anlamını ifade ettiğini gösterir. "hepsini" yani iyi, kötü herkesi. Bu ifade, "İnanıp iyi işler yapan- lara gelince..." diye başlayan hemen sonraki ayetin içerdiği ayrıntılandırma durumuna ortam hazırlamaktadır.
"Onlar kendileri için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulurlar." Bu ifade, Mesih'in ve meleklerin ilâhlıklarına ilişkin olarak ileri sürülen iddialara bir karşılık olarak dost ve yardımcı ihtimalini olumsuzlama amacına yöneliktir.
"Ey insanlar! Rabbinizden size kesin delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik." Ayetin orijinalinde geçen ve "kesin delil" olarak anlamlandırdığımız "burhan kelimesiyle ilgili olarak Ragıp el-Isfahanî der ki: "Burhan, kanıtlama amaçlı açıklama demektir. 'Ruc-han' ve 'sunyan' gibi, 'fu'lan' kipinden gelir. Bazılarına göre bu kelime, 'berehe-yebrehu=beyaz oldu' fiilinin mastarıdır." (Rağıptan aldığımız alıntı burada son buldu.) Dolayısıyla bu kelime, hangi kökten ve hangi kalıptan olursa olsun mastardır. Kimi durumlarda, özellikle delil ve kanıt anlamında kullanıldığında fail anlamını ifade eder. Nurdan maksat, Kur'ân'dır kuşkusuz. Bunun kanıtı da, "size... indirdik." ifadesidir. Burhan kelimesi ile de bunun kastedilmiş olması mümkündür. Bu durumda, her iki cümle birbirini desteklemekte, her biri diğerini pekiştirmektedir.
Bununla (nurla) Peygamber efendimizin (s.a.a) kastedilmiş olması da mümkündür. Tefsirini sunduğumuz ayetin, Peygamberin sunduğu rİsaletin doğruluğunu ve Kur'ân'ın Allah katından inen bir kitap olduğunu açıklamaya dönük ayetler grubunun sonrasında yer almış olması bu ihtimali güçlendirmektedir. Çünkü ayet, bu akışın bir ayrıntısı görüntüsü vermektedir. Bu ihtimali, bir sonraki ayette yer alan, "tutunanlar" ifadesi de güçlendirmektedir. Daha
Nisâ Sûresi 170-175 ..................................................... 263
önce, "Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdogru yola iletilmiştir." (Âl-i Imrân, 101) ayetini tefsir ederken "tutunmak" tan maksadın, Allah'ın kitabını izlemek ve Resulullah'a (s.a.a) uymak olduğunu belirtmiştik.
"İşte Allah'a inanıp O'na sımsıkı tutunanları" Bu ifade, Rabbinin sunduğu kanıt nitelikli açıklamaya ve katından indirdiği nura tâbi olanların alacakları ödülü açıklama amacına yöneliktir. Bu ayet, inanıp salih ameller işleyenlerin sevabını açıklamaya yönelik önceki ayete yani, "İnanıp iyi işler yapanlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara lütfunu daha da artıracaktır." ayetine işaret ediyor gibidir. Belki de bu yüzden, incelediğimiz ayette kanıta ve nura tâbi olma buyruğuna aykırı hareket edenlerin cezasına işaret edilmemiştir. Çünkü önceki ayette buna aynen değinilmiştir. Dolayısıyla bu ayette tâbi olanlara verilecek karşılığın, öteki ayette tâbi olanlar için öngörülen ödülün aynısı olduğu belirtildikten sonra, ikinci bir tekrara gerek görülmemiştir. Çünkü ortada iki grup vardır: Tâbi olanlar ve karşı çıkanlar.
Buna göre, incelediğimiz ayetteki "kendi katından bir rahmetin ve lütfun içine alacak..." ifadesi, öteki ayetteki "ecirlerini eksiksiz ödeyecek..." -yani, onları cennete götürecek- ifadesine tekabül etmektedir. Bu ayetteki "lütuf"un karşılığı, öteki ayetteki "onlara lütfunun daha da fazlasını artıracaktır." ifadesidir. "Onları kendisine (varan) dogru bir yola iletecektir." cümlesine gelince, bu, ayette sözü edilen Allah'a sarılmanın bir sonucudur. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmuştur: "Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, şüphesiz o, dosdogru olan yola iletilmiştir." (Âl-i Imrân, 101)
264 ..................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân c.5
Nisâ Sûresi 176 .......................................................................
176- Senden fetva istiyorlar. De ki: Ana-babası ve çocuğu olmayan kimsenin mirası hakkında Allah size şöyle fetva veriyor: Eğer çocuğu olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse (erkek kardeş) ölürse, bıraktığının yarısı o kız kardeşindir. Fakat (ölen) kız kardeşinin çocuğu yoksa, erkek kardeş ona tamamen vâris olur. Eğer ölenin iki kız kardeşi varsa, (erkek kardeşlerinin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer vârisler erkek-kadın birçok kardeşler olursa, erkeğin payı iki kızın payı kadardır. Şaşırırsınız diye Allah size açıklıyor. Allah her şeyi bilendir.
Bu ayette, sünnetin açıklamasından da anlaşıldığı kadarıyla anne-baba bir ya da yalnız baba bir olan "kelâle"nin yani, annebabası ve ço-çuğu olmayan kimselerin miras alma hükmü açıklanıyor. Yine Peygamberimizin (s.a.a) açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla, surenin girişinde işaret edilen miras paylaşımı ise, anne tarafından bir olan kelâ-le'nin miras alması ile ilgilidir. Bunun kanıtı, burada zikredilen feraizin (payların) orada zikredilenden daha fazla olmasıdır. Yine ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla mirasta erkeklerin payı kadınların payından daha fazladır.
"Senden fetva istiyorlar. De ki: Ana-babası ve çocuğu olmayan kim-
Nisâ Sûresi 176 ............................................................. 265
senin mirası hakkında Allah size şöyle fetva veriyor." Nisâ suresinin akışı içinde fetva istemenin, fetvanın1 ve kelale2 kavramının anlamı üzerinde çeşitli bilgiler sunduk. "Çocugu olmayıp..." Yalnızca çocuk sözcüğünün mutlak olarak ifade edilmesinden anlaşıldığı kadarıyla burada genel olarak hem erkeği, hem de kadını kapsayan bir hüküm söz konusudur.
Mecma-ul Beyan tefsirinde deniliyor ki: "Bunun anlamı şöyledir: Çocuğu ve babası yoksa... Babayı da bu kapsama aldık. Çünkü bu hususta görüş birliği vardır." [Mecma-ul Beyan'dan alınan alıntı burada son buldu.]
Eğer anne-babadan birinin varlığı varsayımı esas alınsaydı, ayette mutlaka onun payına işaret edilirdi. Böyle bir işaret olmadığına göre, her ikisinin yokluğu esas alınarak hüküm açıklama yönüne gidilmiştir. "kız kardeşi bulunan kimse ölürse, bıraktıgının yarısı o kız kardeşindir. Fakat (erkek kardeş, ölen) kız kardeşinin çocugu yoksa, kendisi ona tamamen vâris olur." Burada kız kardeşin erkek kardeşin mirasından, erkek kardeşin de kız kardeşin mirasından alacağı paya işaret ediliyor. Buradan hareketle kız kardeşin kız kardeşten, erkek kardeşin erkek kardeşten kalan mirastan alacağı pay da belirlenmiş oluyor. Çünkü eğer bu sonuncular için başka bir paylaşım şekli söz konusu olsaydı, mutlaka ondan söz edilirdi.
Ayrıca, "Fakat... erkek kardeş ona tamamen vâris olur." ifadesiyle demek isteniyor ki: Eğer tersi olursa, yani erkek kardeş kız kardeşin yerinde olursa, mirasın tümünü alır. Üstelik, iki kız kardeşin ve erkek kardeşlerin payını açıklayan "Eger ölenin iki kız kardeşi varsa, (erkek kardeşlerinin) bıraktıgının üçte ikisi onlarındır. Ve eger vârisler erkek-kadın birçok kardeşler olursa, erkegin payı iki kızın payı kadardır." ayetinde, ölenin erkek veya kadın olması kaydına yer verilmemiştir. Dolayısıyla ölenin erkek veya kadın ol- ------- 1- [bkz. c.5, Nisâ suresi, ayet: 127.] 2- [bkz. c.4, Nisâ suresi, ayet: 12, s.305]
266 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân c.5
masının, miras pay-ları üzerinde bir etkinliği yoktur. Ayetin açıkladığı; bir kız kardeşin, bir erkek kardeşin, iki kız kardeşin ve erkek-kadın karışık kardeşlerin payıdır. Geri kalan yakınların payı da bundan hareketle belirlenebilir. Buna göre, iki kardeş mirasın tamamını alırlar ve aralarında eşit bir şekilde paylaşırlar. Bunu, bir kardeşin mirasın tümünü almasından çıkarıyoruz. Bu ihtimallerden biri, bir erkek ve bir kız kardeşin bulunması durumudur. "Kardeşler" ifadesi bu ihtimali de kapsar. Nitekim bu surenin giriş kısmında buna işaret edilmiştir. Buna göre, "Ve eger vârisler erkek-kadın birçok kardeşler olursa..." ifadesi bu ihtimali de içermektedir. Kaldı ki, sünnet [Peygamberimizden (s.a.a) nakledilen hadisler] bu ihtimallerin tümünü açıklamaktadır. Burada sözü edilen paylar, ölenin sadece babasız ya da sadece annesiz ve babasız olması durumunda geçerlidir. Fakat bu şekilde ölen kişinin ana-baba bir kız kardeşi ve baba bir kız kardeşi varsa, baba bir kız kardeşi mirastan pay almaz. Surenin giriş kısmındaki ilgili ayeti tefsir ederken bu hususta açıklamalarda bulunduk. "Şaşırırsınız diye Allah size açıklıyor." Yani, şaşırmanız korkulur veya şaşırmayasınız diye Allah size açıklıyor demek isteniyor. Bu tarz bir kullanımın Arapçadaki örnekleri çoktur. Amr b. Gülsüm şöyle der: "Bizi küçük düşürüp alay etmenizden korkuyoruz (veya alay etme-yesiniz) diye, size ziyafet vermek için acele ettik."
AYETİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
Mecma-ul Beyan adlı tefsirde, Cabir b. Abdullah el-Ensari'den şöyle rivayet edilir: "Bir ara hastalandım. Dokuz -ya da yedi- tane kız kardeşim vardı. Peygamberimiz (s.a.a) beni ziyarete geldi, yüzüme üfledi. Kendime geldim, dedim ki: 'Ya Resulallah, kız kardeşlerime malımın bütününden üçte iki pay ayırayım mı?' Buyurdu ki: 'Bundan daha iyisini yap.' Dedim ki: 'Malımın bir bölümünü mü ayırayım?' Buyurdu ki: 'Bundan daha iyisini yap.' Sonra yanımdan
Nisâ Sûresi 176 ............................................................ 267
ayrılıp gitti. Giderken geri dönerek bana şöyle dedi: Ey Cabir, senin bu hastalıktan öleceğini sanıyorum. Fakat Allah, senin kız kardeşlerinin alacağı payla ilgili bir ayet indirerek onlara iki kere üçte birlik bir pay ayırdı." Raviler demişlerdir ki: "Cabir, bu ayet benim hakkımda indi, derdi." Buna yakın bir rivayet de ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde yer alır.
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Ibn-i Ebi Şeybe, Buharî, Müslim, Tirmizi, Nesai, Ibn-i Dureys, Ibn-i Cerir, Ibn-i Münzir ve Beyhaki -ed- Delail adlı eserde- Bera'dan şöyle rivayet ederler: "Bir bütün olarak inen en son sure, Tevbe suresidir. En son inen ayet de, Nisâ suresinin sonunda yer alan, 'Senden fetva istiyorlar. De ki: Anababası ve ço-cugu olmayan kimsenin mirası hakkında Allah size şöyle fetva veriyor...' ayetidir."
Ben derim ki: Aynı eserde yer alan birçok rivayette belirtildiğine göre, Resulullah (s.a.a) ve ashap bu ayeti "Sayf Ayeti=Yaz Ayeti" diye adlandırırlardı. Mecma-ul Beyan tefsirinde deniliyor ki: "Bunun nedeni şudur: Ana-babasız ve çocuksuz ölen kişinin mirası hakkında iki ayet nazil olmuştur. Biri kış mevsiminde inmiş ve Nisâ suresinin giriş kıs-mında yer alır, diğeri de yazın nazil olan şu ayettir." Aynı eserde, Ebu Şeyh'in Feraiz adlı eserde Bera'dan şöyle rivayet ettiği belirtilir: "Resulullah'a (s.a.a) kelâle'nin kim olduğu soruldu. 'Çocuktan ve babadan başkasıdır.' buyurdu."
Tefsir-ul Kummî'de müellif şöyle diyor: Bana babam anlattı. O da Ibn-i Ebu Umeyr'den duymuş. Ona Ibn-i Üzeyne Bukeyr'den aktarmış ki, Imam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: "Adamın biri ölse ve geride mirasçı olarak bir kız kardeşi kalsa, ayetin hükmünce ona mirasın yarısı verilir. Tıpkı adamın kız çocuğu olması durumunda mirasın yarısını alacağı gibi. Eğer adamın ondan daha yakın bir akrabası yoksa, mirasın diğer yarısını da yine kız kardeş, akrabalık hükmünce alır. Kız kardeş yerine, erkek kardeş mirasçı olsa, mirasın tümünü alır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Fakat
268 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân c.5
(ölen) kız kardeşinin çocugu yoksa, erkek kardeş ona tamamen vâris olur." Şayet mirasçılar iki kız kardeş olurlarsa, üçte ikilik bir payı ayetin hükmünce alırlar; geriye kalan üçte birlik payı da akrabalık payı hükmünce alırlar. Şayet mirasçılar kadın-erkek karışık kimseler olsalar, erkeğe iki kadının payı kadar bir pay verilir. Bütün bunlar, ölen kişinin çocuğunun, anne-babasının veya eşinin olmaması durumunda geçerlidir."
Ayyâşî kendi tefsirinde, bu rivayetin devamını çeşitli kanallardan Imam Bâkır (a.s) ve Imam Sadık'tan (a.s) rivayet eder. Tefsir-ul Ayyâşî'de Bükeyr'den şöyle rivayet edilir: Bir adam Imam Bâkır'ın (a.s) yanına geldi ve ona, geride mirasçı olarak kocasını, ana bir kız kardeşlerini ve baba bir kız kardeşini bırakan bir kadının mirasının nasıl paylaşılacağını sordu. Imam buyurdu ki: "Kocaya mirasın yarısı verilir. Bu, altı paydan üç paya denk düşer. Ana bir kız kardeşlere üçte bir verilir. Bu da altı paydan iki paya denk düşer. Baba bir kız kardeşlere de bir pay verilir." Adam şöyle dedi: "Zeyd'in, Ibn-i Mesud'un, Ehlisünnet'in ve kadı-ların paylaşımı bundan farklıdır, ey Ebu Cafer! Diyorlar ki: Ana bir ve baba bir kız kardeşe üç pay verilir. Bu da altıda bir paya denk düşer. Böylece payı altıdan sekize kadar yükseltirler." Imam Bâkır (a.s) buyurdu ki: "Bunu neye dayanarak söylüyorlar?" Adam şu karşılığı verdi: "Çünkü yüce Allah, 'bir kız kardeşi bulunan kimse (erkek kardeş) ölürse, bıraktıgının yarısı o kız kardeşindir.' buyuruyor." Bunun üzerine Imam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: "Madem ki Allah'ın emrini kanıt gösteriyorsunuz, neden erkek kardeşin payını eksiltiyorsunuz? Çünkü yüce Allah, kız kardeş için mirasın yarısını, erkek kardeş için de tümünü öngörmüştür. Bir şeyin tümü yarısından daha fazladır. Nitekim Allah kız kardeş için, 'bıraktıgının yarısı o kız kardeşindir.' ve erkek kardeş için de, 'kız kardeşinin çocugu yoksa, ona -yani geride bıraktığı bütün mala- tamamen vâris olur.' buyurmuştur. Siz ise, miras paylaşımınızda Allah'ın bütün malı verdiği erkek kardeşe bir şey vermezken, Allah'ın malın yarısını
Nisâ Sûresi 176 ................................................................. 269
vermeği emrettiği kimseye tümünü veriyorsunuz!" [c.1, s.287]
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde şöyle deniyor: Abdurrezzak, Ibn-i Münzir, Hakim ve Beyhaki Ibn-i Abbas'tan şöyle rivayet ederler: Adamın biri İbn-i Abbas'a şöyle sordu: "Bir kimse ölür ve geride mirasçı olarak bir kız çocuğu ve ana-baba bir kız kardeş bırakırsa, bunun mirası nasıl paylaşılır?" Ibn-i Abbas dedi ki: "Kız çocuğu mirasın yarısını alır. Kız kardeşe de bir şey verilmez. Mirasın geri kalanı da baba yönünden akrabalara verilir." Buna karşılık ona denildi ki: "Ama Ömer kız kardeş için de mirasın yarısını öngörmektedir." Ibn-i Abbas şu karşılığı verdi: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz, Allah mı? Allah diyor ki: 'Eger çocugu olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse (erkek kardeş) ölürse, bıraktıgının yarısı o kız kardeşindir.' Siz ise diyorsunuz ki: Adamın çocuğu olsa da, mirasının yarısı kız kardeşinindir!"
Yukarıda sunduğumuz rivayetlerin içerdiği anlamı destekler mahiyette başka rivayetler de vardır.
270 ............................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân c.5
|